12 kere düştü yapraklar yere,
12 kere çaldı perili evin kapısı,
Ve 12 kişi döndü zamanın titrek ufkunu…
Evet, anlatmaya başlamalıyım kafamın içindekileri, geçen gece yaşadığımız şeyleri. Bugün dertleşeceğiz sizlerle ki yetersiz algımın kapılarını, anlatacağım olayların ardındaki hakikatlere açın. Bunu yapabilecek kimse yoksa bile en azından kapıyı zorlarız birlikte. Ee ne demişler? Yaşadım diyebilmek için zorlayacaksın kapıyı, ardında seni bekleyen kimse olmasa bile. Kendi zihin süzgecime takılan çerçöpü ayıklayarak çıkmak istiyorum huzurlarınıza. Heyecanımı mazur görün, gündelik hayatlarımız hep çok kısa bir zaman için değişir ve hemen akabinde eskiye döner. Öyle anlardan birini anlatacağım sizlere. Evet, hazırım, kıymetli samiûn (dinleyiciler) da yerlerini aldıysa başlıyorum.
7 koca yıldız seçtik biz
7 renkli gökkuşağı altındaki
7 dar Pencereli evde
7 sene yaşayabilelim diye…
Olası şeylerin namütenahi zincirinin boğazını sıktığı her hâlinden belli olan pos bıyıklı tel gözlüklü bir adam ayağa kaldırıldı yüce yargıcın emir verdiği mübaşir tarafından önce. Yargıç sesini düzeltti, yüzyılların verdiği alışkanlıkla kaşığı elindeki kadehe vurdu ve konuşmaya başladı:
– Siz bayım, neden kaldırdınız insanların üzerlerindeki rahat battaniyeyi? Neden uyandırdınız en ürkek tırtılı uzun uykusundan? Sonu gelmez dönüşlerden ve kanatlı insanlardan bahsederken duyduğunuz vecd insanların duyacağı intihar isteğinden daha mı kıymetliydi? Benim söylediğim ninnileri beyinlerde susturan boruyu üflemeye nasıl cesaret edersiniz?
– Ve insanın yarattığı en muhteşem put yere devrildi. Hayır, hayır, devrilmedi onu öldürdük! Onu öldüren yalnız bizleriz ve bu kaosu kucaklayanlar da! Bu benim yarattığım bir yol değildi yüce yargıç. Hayır, hayır, ulu yargıç, siz beni anlayamamışsınız. Anlamanız için her şeyi şu anki hâliyle anlatacağım. Söylemekten imtina buyurduğunuz kelime ve dönüşlerden oluşan görüşümden vazgeldim. Uzun ve ıstıraplı gecelerden, fiziksel acılardan ve ilaç kokularından sonra yanlışlığını gördüm fikirlerimin. Arkamda bıraktığım şeyler için yargılanmamayı diliyorum. Geri kalan düşüncelerim için ise suçlamalarınızı göğüslemek isterdim ancak bunların tamamının sahibi incir ağacının altında oturan bilgedir. Onun puslu gecede ikram ettiği şaraptan içip ekmekten yiyerek sahip olduğum değerler manzumesi içimi hareketlendirmişti. Nasıl bir hareketti bilir misiniz yüce yargıç? Bu sevgili dostlarımızdan birinin Tanrı tarifinde olduğu gibi muharrik-i evvel¹(ilk hareket ettirici) nev’inden bir histi. Sahibine mutlak hareketi ve yaratmayı emreden o ilahi vahiy. Hem uykusu kaçan insanlar, sohbet edecekleri başkaları olsun diye başkalarını uyandırmazlar mı? Ben uyumamak üzere uyandırılmış birisi olarak bundan farklı bir şey yapmadım. Ayrıca her zaman olduğu gibi sayın yargıç, nedenlere değil sonuçlara odaklanıyorsunuz. Benim yaptığım hakikatin üzerindeki battaniyeye iman ettiğimizi söylemekti. Ve mutlak hakikatin imkânsızlığının tasviri. Ninni söyleyerek uyuttuğunuz yığınları azat ettim ben, yaptıkları hiçbir şeyin anlamlı olmadığını haykırarak. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim, yine olsam yine aynını yapardım.
Burnundan derin bir nefes alan yüce yargıç onun yanımda konumlanmış şaşı adama döndü. Mağdur yahut etkilenmiş bir özne olduğundan dem vurarak konuşmasını talep etti. Ağzında pipo üstünde çuvalı andıran bir şalvar olan bu adam, beynimizdeki etiketlere uymamak için arz-ı endam ediyor gibiydi. Yüzüne bakıldığında akla gelen tek bir kelime vardı: Absürt.
– Bu bıyıklı adamın söylediği her söze katılıyorum. O benim ustamdır. Hem yürümeyi hem yolu bana o öğretti. Uyusam ölürdüm, uyandım ve manasız ölümsüzlüğe kanat çırptım.
Gözlüğünü sağ elinin ilk üç parmağının titrek hareketleriyle çıkaran yargıç, gözüyle uzun saçlı adamı işmar etti². Konuyu değiştirmek isteyen insanların hızlılığıyla davranan yargıcın mahkemeye karşı bir aradalık hissinden rahatsız olduğu belliydi. Yargıca yardım etmek isteyen adam kürsüye yöneldi. Dağınık ve yağlı saçları omuzlarına dek uzanan bu adamın kolunda koca bir sepet vardı. Elma dolu bu sepeti neden oraya getirdiğini biz anlayamamış olsak da başta yargıç olmak üzere onun temsil ettiği fikre aşina olanlar vardı. Çürük elmaların da araya karıştığını bildiğimiz bu sepet yüzyıllar öncesinden geliyor gibiydi.
Yargıç terini silip uzun saçlı adama doğru eğildi. Konuşmaya başlarken sesinde eski dostlara duyulan kırgınlığın tınıları duyuldu.
– Siz beyefendi, bilince olan imanınız ve çürük elmalardan kurtulma nevrozunuzla karşıma çıkmaya utanmadınız mı? Biraz önce söz alanlara giden yolun ilk taşını siz dizmediniz mi? Yapay yakıştırmalarla benim otoritemi mantıksal süreçlere indirgeme günahını damarlarınızda hissetmediniz mi? Bunca suçu benim dostummuş gibi konuşarak ve kitleleri kandırarak işlemediniz mi?
– Hozana, uzun gecelerin efendisine Hozana! Hayır, ulu yargıç, siz beni anlayamamışsınız. Saatlerin tıkırdadığı, insanlığın en mükemmel makineleri icat ettiği bir zamanda sizin varlığınızı benimsemek için önce bu iki alanı birbirinden kalın çizgilerle ayırmak ve sonra ince bir çizgiyle bağlarını tesis etmekten başka hiçbir çarem yoktu. Her şey değişiyordu. Konfor alanlarım, ahlak algım, toplum ve devlete bakışım, özetle her şey bu zehirli elin dokunuşlarına tabi oluyordu. Beynimde bir an olsun sabit kalabilecek bir mefhumu (kavramı), bütün bu gerçeğe dönmüş heyulanın ardındaki sebebi bulma fikri dolaşıyordu. İşte o noktada dedim ki sepetinizdeki bütün elmaları dökün, kurtulun ömrünüz boyu sahip olduğunuz sınırlardan ve yenisini kurun. Bırakın yere insanca bildiklerinizi, unutun ki kurtulun. Elinize alacağınız bir elmanın çürük olmasından korkuyorsanız, bütün elmalarınızı tek tek inceleyin ve öyle koyun sepetinize. Bu manifesto pek çok gönülde aksiseda (yankı) buldu. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim, yine olsam yine aynını yapardım.
Kısa bir baş sallama hareketiyle dağınık saçlı adamın dediklerini onaylayan yargıç, çürük elmalı adam hakkında karar vermek için başka kişilerin tanıklığına başvurma lüzumunu hissetmemiş olacak ki kimseye söz vermedi.
Hissederek çok kere malum akisleri
Atlayıp gözleyen biziz seyircileri
Kalbimizde duyup da çekildik sahneden
En korkunç ve titrek visal gürültüleri
Daha sonra yargıç salonun öbür köşesindeki esmer ve sakallı bir Orta Doğuluya seslendi. Redingot giymiş olsa da adamın mahkemenin ciddiyetinin farkında olmadığı her halinden belliydi. Lakayt tavırları ve sürekli tepesine diktiği şarap şişesinden pervasız bir serseri olduğu belliydi. Yüce yargıç onu şöyle bir süzdü ve derin bir nefes alıp başladı sözlerine:
– Siz şair bey, siz kendinizi nasıl savunacaksınız?
Bunu söylerken yargıcın siniri kızarmış yüzünden boynunun damarlarına hücum ediyor, dudakları titriyordu. Konuşmak için duraksadı, derin bir nefes aldı ve “Size güvenmiştim.” dedi, “Size güvenmiştim.”. Bu sözleri söyler söylemez yüzündeki sinir, yerini hayal kırıklığına terk etti.
– Siz güvenin ne olduğunu bilir misiniz? Bana her insandan farklı olduğunuz zannını aşıladınız. Her diğer insandan daha farklı olarak siz beni ve bu kanunları elinizdeki…
Yargıcın elleri titriyordu, sürekli olarak parmağıyla şarap şişesini gösteriyordu ancak parmağı sürekli ileri geri gidiyor, kontrolü kaybettiği hissini hepimize yaşatıyordu. Sağ eliyle sol elini tuttu ve kürsünün altına soktu. Derin bir nefes aldı ve sözlerine devam etti:
– Bu kanunları elinizdeki şarapla bulduğunuzu söylemiştiniz. Benim otoritemi sorgulama cüretini gösterirken bile geçtiğiniz yollar diğer bütün insanlardan apayrıydı. Bu yüzden herkesten ayırmıştım sizi, ab-ı hayat suyunu emrinize vermiştim. Ancak sizin geçtiğiniz yollardan geçen bir insan diğer bütün insanları irşat edebilirdi. Evet buna inanmıştım, bu mahkemede yargılanan diğer herkesten farklı olarak kimseye zararınız dokunmadan, kimseyi uykusundan uyandırmadan sessiz bir ihtilal yaratmıştınız. Dolduktan sonra taşacak bir kap gibi…
Şair hata etmiş insanlara özgü bir kırgınlıkla parmaklarını oynattı ve lafa karıştı:
– Hasret sana tatlı şarabın son yudumu
Yazık sana gençliği yitip gitmiş adam
İkiniz de geç kaldınız o kutlu güne
Ve o lirlerin çaldığı mutlu geceye
Bu sözleri ettikten sonra Doğululara özgü bir baş selamı verdi. Boğazını temizleyip göğsüne nefes doldurarak konuşmaya devam etti:
– Önce söz vardı. Söz sizinleydi ve siz sözden başkası değildiniz. Sonra ruhunuza ağır gelen bu kavram sizden taştı ve nicelerinin ruhlarına doldu. Evet, ulu yargıç, ben de onlardan biriyim. Sözler benimdir ve ben sözlere aitim. Ancak siz beni yanlış anlamışsınız efendim, izin verin her şeyi sadece sizin anlayacağınız şekilde en başından anlatayım. Yüce yargıç, ab-ı hayat’ı 7 değil de 8 harf ile belirtmek isterseniz kimse sizi bundan alıkoyacak değil. Benim gibi irade insanları hayata yüce engeller gererler. Bunları yıkabilecek yegâne güç ise herhangi bir nesneye, kavrama veya kişiye duyulan aşktır. Hem dürtüsel hem de yüksek bilinç düzeyinde arz-ı endam eden bu duygu, eserlerimin ve dağınıklığımın kaynağı olsa da kendimden başka hiçbir şeye bağlanmamayı öğretti bana. Yani ben bu aşk tabirinden kendi bilincimi sevmeyi anlıyorum. Bu koca dünyanın ve elimdeki şarabın ancak ben var oldukça manalı olacağını savunuyorum. Bu savunuyu yaparken duraklara uğruyor, farklı pencerelerden bakmayı öğreniyorum. Sizi ve kanunlarınızı benimseyip onları savunacağıma dair hiçbir söz vermediğim için bu kadar üzerime gelmenizi de oldukça hadsiz buluyorum. Hayal kırıklığınızı ve beni koyduğunuz yeri anlıyorum ama sürekli konuşan bir adamın lalettayin sözlerine kulak vermiştiniz, yalnızca bunun farkında olmanızı isterim. Beyaz gömleğinizdeki sözlerimin siyah izleri için üzgünüm, bundan kurtulmak için gömleğinizi yahut beni yakabilirsiniz.
Konuşmanın içerisindeki bir sürü sembolden ve geçmişi işaret eden atıflarından sıkılmış olan bir genç rahatsızlığını belirten bir ses tonuyla:
– Peki bu herzelerin dünyamızdaki yeri ne? Sarhoş hezeyanı dinlemeye gelmedik buraya hiçbirimiz. Kanunlara uymadıysanız, cezalandırılırsınız. Çok yüce bir şeyden bahsediyor edasıyla sürekli tekrar ettiği aşka gelirsek psikolojik olarak ölümsüzlük isteğimizden başka hiçbir şey değil. Mısır Tanrılarından beri ismimiz biz öldükten sonra anılırsa ölümsüzlüğe kavuşacağımızı sanıyoruz. Bahsettiğiniz iksirler veya dönüşler yalnızca bir galatıhis. (yanılsama)
Cümlesini bitirmesine fırsat vermeden iki arka sıradan bir kadın atıldı:
– Hayır, ölümsüzlük hissi değil, genlerimizin kendilerini aktarmak için bizi aracı olarak kullanmasıdır.
Lafını böldüğü genç hiddetini saklamaya çalışmayarak: “Epigenetikten bahsetmemiştim henüz, ayrıca genler konumuz olsaydı Tıp Kongresinde olurduk, mahkemede değil. Konumuz insandır, biyoloji değil.”
Kadın kendinden emin bir şekilde “Kongreye de katılmıştınız, pek de sık katılırdınız.” dedi.
Kontrolü elinden kaçırmaya pek de gönüllü olamayan yargıç eline aldığı tokmakla vurdu masaya ve bağırarak “Silencio, por favor.” (Sessizlik lütfen!) dedi.
Yargıcın kırgınlığını ifade ettiği İranlı bu sefer oldukça Avrupai bir reveransla heyeti selamladı ve geri çekildi.
5 kez dans ettik büyük kaidede
Sararan ufku kaplayan perdede
Ve 5 kez geçtik nehirden ileri
Bulmak için o yitik perileri
Bir süre hiç kimse konuşamadı, içinde bulunduğumuz alanda sükûtun kalp atışlarını dinledik. Mezarların ve dağların etkileyici mistik havası yayıldı birden her yere. Ciğerlerimiz yandı da kanmak istercesine daha derin içimize çektik. Sizlere fazla şiirsel ve gerçekdışı geliyor olabilir, ama inanın hayatımda ilk ve belki de son kez böyle bir alanda böylesi bir hava teneffüs ediyordum. Ve emin olun, bunu anlatmanın başka bir yolu yok.
En son kürsüye saçları yargıçlara benzeyen ancak üstündeki kıyafet keçeden yapılmış bir Orta Çağ step savaşçısına benzeyen bir adam çıktı. Ne kadar zeki olduğunu gözlerinin saçtığı ışıklardan anladım. Gözler yalan söylemez derler, artık buna pek inanmıyorum ama hislerime güvenirim. Bu adam kesinlikle çok zeki bir insan olmalı, her ne yapıyorsa unutulmayacak kadar iyi yapıyor olmalıydı.
Yargıçla uzun yıllardır görüşmeyen iki dost gibi baktılar birbirlerine. Yargıç gözlerini silip önündeki dosyayı kontrol etti.
– Sizin suçlamalarınız diğer herkesten daha hafif, ama burada olmanızın da bir sebebi var. Siz şimdiye dek bu mahkemede yargılanan herkesin açtığı yolları daha görünür kıldınız. Bunu yolu tutmuş insanlara müziğinizle destek olarak yaptınız. Kızıl teheyyüç (coşma, heyecanlanma) anlarınızda yarattığınız besteler dışarıdan bakınca kutsallığa ve bu mahkemeye açılan kapılar gibi görünse de siz müziğinizle hainleri teskin ettiniz. İki yüzlü olduğunuzu iddia edemem ama emin olmak için soruyorum: Ebro ırmağının hangi tarafındaydınız sahi?
– Ay Carmela! Havaya uçurulan demir köprünün altında yaşanan aşka Ay Carmela! Yüce yargıç, söylediğiniz sözleri abartılı bulmakla birlikte kendimi ve hatta önce yaşadığım çevremi anlatmama izin verin ki beni anlayabilin. Her şeyin kendi bağlamı içerisinde anlam bulduğuna iman eden beni kendi değerlerimle yargılayın. Benim yetiştiğim ülkede ekinoks günlerinde akasyalar çürür, trenler aniden hızlanır ve sevgililer ayrılır. Her sene bu zamanlarda Tanrı’ya Dünya’yı yarattığı için şükür adakları adanır. Sonbaharın ve bilhassa eylülün getirdiği hüzün ve sevinç, nefret ve aşk birlikte yaşanır memleketimde. Bu sendelemelerden sağ çıkamayan insanlar bir süre hınçla dolarlar. Daha ilk savaş gününde ölen askerlere özgü bir hınçtır bu. Ancak hiç uzun sürmez, o yörede hiçbir kötü his kalıcı olamaz. Neden mi? Vecd içerisinde öten kuşların ilahi tıkırtıları yumuşatır bu insanların hıncını. Artık akasyalar çürümez, trenler gelmez, sevgililer ölür. Daha yüksek sesli tıkırtıların yüceliğine iman eden binler, en güzel müzikleri konserlerde dinlemediklerini sarahaten (açıkça) beyan ederler. Daha büyük bir hakikat yokmuşçasına yalanlarlar geçmişlerini ve geçmişteki hislerini ki temize çıkabilsinler. Bu kargaşadan bir adım geriye çekilebilen ve topluma tepeden bakabilen herkese ne kadar kuvvetli ilham malzemesi çıktığını siz söyleyin. Soruyorum ey yargıç, bunca şey yaşamış, hissetmiş ve heyecanlanmış bir insan, benim meydana getirdiğimden daha az sallantılı bir eser meydana getirebilir mi? Hayır hayır, sayın yargıç beni suçlarken yanılıyorsunuz ben yalnızca bir aracıyım. Kendim için yaptığım tek şey aracılık görevini kabul etmektir. Dünyanın soğuduğu ve bir kanalizasyona düşen bir çocuk misketi misali karanlığa yuvarlandığı güne dek ölmek istemiyorsam, bunu da vecd içerisindeki müziklerime borçluysam beni kim suçlayabilir? Unutmayın efendim, bunca çaba yalnız yaşadım diyebilmek için.
Yargıç ayağa kalktı, parmaklarını çıtlattı ve adeta fısıldayarak şöyle söyledi: “Yaşadım diyebilmek için çıkılan yollar insanca, pek insanca.”
Yazdığım hikâyeyi okuduktan sonra indim kürsüden. Kağıtlarımı toplayıp okuldan ayrılıyordum ki Vedia yanıma geldi.
– Benim için yazdığını söylediğin şey bu muydu?
– Hayır, değildi, o başkaydı, başka iki insana aitti. Ancak bu da sana ait, sadece başka bir sana ve bana ait. Hiçbir zaman o günlere geri dönemeyeceksek bırak orada kalsınlar. Sen bana sana yazı ithaf ettiğim için minnettar kal ben de sana çürüyen akasyalar için.
Tam bunu derken elime mor bir kelebek kondu. Avuçlarımın arasında sıkıp öldürdüm onu. Vedia’ya uzattım saklamak isteyeceğini düşünerek. Gözlerimin içine baktı ve dedi ki:
– Reenkarnasyon demekti değil mi? Bunu bana uzatıyorsan hâlâ inanıyor olmalısın. Hani dönüşler doğru değildi?
Hemen sonra ödeşmek istercesine elini çantasına attı ve sakladığını söylediği bir bira kapağı uzattı, “Hatıra” dedi. “Hatırla.” dedim ve ayrıldım oradan belki fiziksel olarak belki zihinsel olarak.
Yaklaşan mehtabın gebe olduğu düşler
Niceleriyle birlikte bizi terk ettiler
Sigaranın damaklarda bıraktığı kekremsi tat
Ve eski sevgililerin gözlerindeki burukluk
Yitip gittiler ağır bir karanlığa
[1] Aristo Felsefesinde ilk neden, Tanrı
[2] (Erm.) El, göz veya baş ile işaret etmek.