Yazar: Sena Önder.
Kimimizin üniversite sınavına hazırlanırken edebiyat akımları içerisinde tanıdığı, kimimizin de ufak denk gelişler ile birkaç öyküsünü okuduğu Guy de Maupassant, Temmuz 2021 itibariyle hem fiziksel hem de zihinsel raflarımızda yerini aldı. Kitaba ismini veren Ay Işığı ile birlikte 13 farklı kısa öyküyü okuma fırsatı bulduk.
Oldukça zengin bir edebi kültüre sahip olan annesi sayesinde Maupassant, Gustave Flaubert ile tanışmış ve onunla oldukça güçlü bir bağ geliştirmiştir. Akıl hocalığının yanı sıra edebiyat alanında da yol göstericisi olan Flaubert, onun İvan Turgenyev, Émile Zola gibi birçok yazarla tanışmasına da önayak olmuştur. Sınıfsal bir avantajı olmakla birlikte bununla yetinmeyen, oldukça üretken bir yazarla karşı karşıyayız. Bunu yazmış olduğu 300’e yakın öykü, tiyatro ve eleştiri yazılarından görebiliyoruz.
Maupassant tarzı öykü denildiğinde, toplumsal olayların ve hislerin keskin bir şekilde ortaya konduğu Gerçek Kesit tadında kurgular ile karşılaşıyoruz. Yazar, olayların geçtiği 1800’ler Fransa’sının toplumsal yapı ve düşüncesini tarafsız bir şekilde verme konusunda oldukça başarılı. Aristokrat bir aileden gelmesine rağmen çıktığı geziler ve gönüllü olarak katıldığı savaş sayesinde edindiği görüler, öykülerinde toplumun diğer kesimlerini de tutarlı bir biçimde ele alabilmesini sağlamış.
Kitaba, yazarın ilk yayımlanan ve başyapıtı olarak geçen öyküsü Toparlak (Boule de Suif) ile başlıyoruz. Toplumun farklı kesimlerinden 10 kişinin, Prusya işgalinden kaçarken bir araya geldiği bu öyküde; gerçek adı Élisabeth Rousset olan seks işçisi Toparlak, demokrat Cornudet, burjuvanın katmanlarını temsilen üç farklı çift ve iki rahibe yer alıyor. Hikâyenin başında “yosma” olduğu için küçük görülen Toparlak, yolculuk sırasında aç kalan diğer kişiler ile yemeğini paylaşma inceliğini gösterir ve bunun sonucunda diğer karakterlerin saygısını kazanır. Olayın ilerleyen safhalarında, mola verdikleri otelde alıkonurlar ve bunun sebebinin de Toparlak ile yatmak isteyen Prusyalı komutanın işi olduğu ortaya çıkar. İlk anda komutana büyük bir öfke duyan ve Toparlak’ı destekleyen gruptakiler, zaman geçtikçe fikir değiştirir ve oradan çıkamadıkları için Toparlak’a cephe alırlar. Olayın en can alıcı ve ibretlik kısmı ise bu andan itibaren başlar. Kafa kafaya verip akılcı(?) ve ahlaki öğütlerle Toparlak’ı manipüle etme sürecine girişirler, başarılı da olurlar. Son sahnede ise kurtulmak için “Önemli olan niyet.” minvalinde dil döken gruptakiler bir anda namus timsali kesilerek yolculuğun başındaki aşağılayıcı tavırlarına geri dönerler. Sözde vatanseverlik, ahlakçılık, sınıfsallık gibi toplum yozlaştırıcı etkenlerin ele alındığı bu öyküde, diyaloglar ve tasvirlerde yer alan gerçekçiliğin de etkisiyle oldukça vurucu detaylar ile karşılaşılıyor.
Kitapta; fakir iki ailenin, çocuklarını zengin bir aileye satıp satmama konusunda düştükleri etik ikileme değinen bir hikâyenin yanı sıra cimrilik, yalnızlık, lüks takıntısı, sevgi, kabulleniş ve korku gibi birçok ögenin işlendiği öyküler yer alıyor. Bazı öyküler hislerinizi harekete geçirip sorgulamalara kapı aralarken -belki de 1800’lerde yazılmış türünün ilk örneklerinden olmasının da etkisiyle- bazı öykü sonlarında havada asılı kaldığınız, yukarıda bahsettiğim Gerçek Kesit hissiyatını yaşadığınız anlar olabiliyor.
Her şeyin sonunda aslında, tatilde kafa dinlerken kısa öyküler okumanın oldukça keyifli olduğunu keşfettiğimiz bir süreç oldu. Belki siz de Maupassant tarzını deneyimleyerek kendi yazınsal tarifinizde bir tutam baharat etkisi yaratmak istersiniz.
29 Temmuz akşamı gerçekleşen söyleşimize katılan tüm üyelerimize, düşüncelerini bizimle paylaştıkları için teşekkürlerimizi iletiyoruz.