Bize Dair
Ağustos 3, 2021
Müzeyyen
Ağustos 3, 2021

Hercai

Hercai: Hiçbir şeyde kararlı olmayan veya konudan konuya geçiveren. Aşkta değişken, vefasız.

~

Ağustos böcekleri ve ileride eriyen asfalt. Böyle ıssız yollarda kafamı camdan çıkararak araba kullanmak, başka bir dilde özgürlük anlamına gelse gerek. Öpüşür gibi debriyaja basarak vitesle flört edip hızlanmak. Suratıma çarpan rüzgâr ve çamların arasından üstüme parlayan güneş. Burada hava bile daha yoğun, anlama doygun, nefes alanın üstünden sarkıyor. Ağaç gövdelerinden eriyerek akan reçine kokusu baskın bu saatte, damağımda duyuyorum. Bir kahkaha kopup gidiyor ağaçların arasına. Bir öpücük. Çıkmadan son kez ormanı duymaya odaklanıyorum. Okuyamadığın antik bir dil, uyumundan keyif aldığın yabancı bir şarkı gibi. Dinlediğimiz İtalyanca şarkılar geliyor aklıma, kafamı sallayıp yola dönüyorum. Çıkıştan önce son duyduğum ağustos böcekleri, bağırıyorlar, uyarıyorlar beni. Biliyorum, biliyorum, biliyorum. Evet, 17 yıl falan saçmalıklar, sizi duymayı reddediyorum, diyorum. Ağustos böcekleriymiş, peh. “Çav Bella!” diyorum sonra da ormanın hepsine, “Görüşürüz güzelim!”

Şimdi ormandan çıkıyoruz ve işte, özgürlük bitti. Her şeyi yavaş yavaş çürüten bu yaz sıcağı ağaçların içinden çıkmamla beni de etkilemeye başlıyor. Bu yapışkanlık hissi daha da yabancılaştırıyor beni kendime, yüzüme vuran rüzgâr daha da aptallaş… Bugün kendime hakaret etmek yok, kuralı çiğnememeliyim. Kurallar. Bir kahkaha daha harcadım ve değdi doğrusu. Kurallar ve sen. “Gülmek hâlâ özgürlük! Gülmemizi alamazlar.” demiştin bir keresinde. Şimdi benden istediğin gülmemek gibi bir şey. Dünyanın ters yüz olması daha fazla mümkün olamazdı. Ama al sana meydan okuma: Ben de kendi tuhaflığımı yapmaya karar verdim! İlk defa tüm kurallara uyacağım. Verdiğim sözü tutacağım ve ne dediysen onu yapacağım. Sen bir kural tanımaz ve ben bir kural kaçkını olarak ünümüzü şimdilik tam şuraya, soldaki çamur rengi çalının yanına bırakıyorum. Dönerken unutturma bak! 

Yarım hilal şeklindeki koya gelmeden sağımda aşılması gereken bir tepe daha var, son bir tane daha. Yol soldan sağa kıvrılıp tepenin çevresini sararken görüş açıma giren ve aşağıdaki denize uzanan uçurum ile keyifleniyorum. Tüm bu yükseklik, bu falezler… Mavinin rengi bile bu sarı sıcakta serinlik veriyor göze. Şimdi inmeye başlamalıyız artık. Rüzgâr suratıma vururken beni buraya ilk defa getirdiğin günü hatırlıyorum, seni de ilk defa namıdiğer Gri getirmiş. “Maviye dikkat et.” diye uyarmıştın o gün denizi görmeden ve haklıydın. Mavisi çok güzeldi, merak ediyorsan hâlâ daha öyle. İlk defa getirdiğin gün. İlk defa. İlk defalar hep kalır mı Vaveyla yoksa biter mi bir gün onlar da? Bizimkilerin hepsi nerede bilemiyorum, arkadaşlığımızı masaya yatırıp bakmak gerek. Belki kitapların arasına bıraktığımız ayraçlarda birikiyorlardır. Ben hâlâ…

Keskin bir fren. Al işte, az kalsın çıkışı kaçırıyorduk, uslu durur musun lütfen? Biraz daha ilerleyip park edeceğiz zaten. Tanrım. Bir koordinat verecek kadar çılgın bir sen olabilirdin, arabadan iniyorum. Koordinatların aşağı yukarı nereye denk geldiğini tahmin edip denize doğru yürüyorum. Ve evet, telefonu arabada bıraktım, biliyorum, kurallar. Şimdi denize kadar yürümem gerek, senin adımlarınla 369 adım. Benimkiyle 396 oldu ama kıyıya geldim. Sağımda söylediğin gibi bir kaya görüyorum, zaten bir tek o var. Ben ve bu koca kaya. Hiçliğin ortasındaki bu saçma sahilde, güneşin alnında hiçbir si… Tamam sustum. Ama bu koca gri şeyi nasıl kaldırabilirim ki? Etrafta sadece sazlıklar ve yumuşak çalılar var. Hoş, bunu sen nasıl kaldırabilmişsin ki? Komik. Kahkaha atacak enerjim yok ama hâlâ kıkırdayabilirim. Sanırım hâlâ biraz özgürüm. Biraz kuma bulanma, biraz küfür (içimden, biliyorum, kurallar) ve bolca terle biraz yerinden kaydırabildiğim kayanın altından bir metal rengi gözümü alıyor. Evet, çok güzel, koca yolu bir termos için geldim. Teşekkürler Vaveyla.

Zorla termosu çıkarıyorum yerinden ama dehşet sıcak. Koşar adım denize gidiyorum. Suyun ayağıma değmesine 1 saniye kala ne yapmak üzere olduğumu fark edip geriye kaçmaya çalışıyorum ve takılıp düşüyorum. Termos elimden düşüyor. Geriye doğru debelenerek kaçmaya çalışırken son anda su beni ıskalayıp geri çekiliyor. Derin bir nefes alıyorum. Hay ben böyle işin… Şimdi, elimizde denize fobisi olan bir salak ve sıcak bir termos var. Nefesimi düzenlemeye çalışıyorum. Değmedim, değmedim, değmedim. Ne termosu elime alıp arabaya gidebiliyorum ne de suya koyabiliyorum, yine felç oldum, lanet olsun. Hayatın sürekli beni bu şekilde ikiye ayırmasından çok sıkıldım artık. Kararlar, kararlar, kararlar. Sıcak ve yüzümden akan terlerle sabrımın sonuna yaklaştığımı hissediyorum. Belki tişörtümü çıkarıp ona sararak yanıma alıp gidebilirim ya da gidip bir çanta kapıp gelebilirim derken bir uğultu dikkatimi çekiyor. Dalga sesleri. Hayır, ağustos böcekleri değil. Hercai. Sadece dalga sesleri. Dur. Şu an bir atağın hiç sırası değil. Gözlerimi kapatıyorum. Kendine gel. Ağustos böcekleri… Nefes al. Nefes ver. Al. Ver. Al. Al. Nefes al, nefes al lanet olası!

Ve işte… İlkini es geçmiştim ama şu an buna daha fazla dayanamam, kabuğumun kırıldığını hissediyorum. Seni lanet olası her şeyi bilen, ukala, bencil ve düşüncesiz şıll… Gözlerimdeki yaşları tutamazken bana ağustos böceklerinin hikâyesini anlattığını duyuyorum. Artık mücadele edemiyorum, hele buradayken… Yere çöküyorum ve dizlerimi kucaklıyorum. “Ağustos böceklerine hep çok üzülürüm.” demiştin şehirden bir kaçışımızda. “Bir fablcı tembel diye onu saçma bir hikâyeye koymuş. Ama onlar 17 yıl boyunca yer altında yaşarlar ve sadece bir yaz toprak üstüne çıkarlarmış biliyor musun Hercai? O yaz eşlerini bulmak için öter dururlar ama birçoğu da bir eş bulamadan yaz bitermiş. Kışı görecek kadar da yaşamazlarmış. Nasıl canlılarız ki böyle bir canlıdan bile kışa hazırlık yapmasını bekliyoruz, yazık.” Sonra biraz durup dönerek bana bakmıştın. “Seninle ben de onlar gibiyiz, onca yıl eşini bulmak için bekleyen ve bulamadan ölenlerdeniz. Ama biz daha şanssızız Hercai. Biz kışı da görüyoruz.” demiştin. Ve sonra eklemiştin “Ben artık kışı görmek istemiyorum, biliyor musun?”

Gözyaşlarım beni deviriyor, daha fazla duyamam seni, yeter artık. İlk defalarımız artık bitti, biliyorum. Ama ölüm ne kadar sürer, o da bitmez mi?

Ben artık ne kışı ne de yazı görüyorum Vaveyla, ne denizi ne gökyüzünü. Gözlerim bir buğunun arkasından bakıyor gibi sürekli. Öfkelenmek istiyorum, Efgan’a da, Süveyda’ya da, Dilhun’a da ve diğerlerine de ve hatta Visal’e de ve sana da ve insanı mahveden bencilliğine de. Herkese kızmak istiyorum ama en çok da kendime. Kumlar ellerimi yakıyor ama bilerek çekmiyorum, bunu hak ediyorum. Hak ediyorum çünkü göremedim, kışın seni ne kadar üşüttüğünü görmek istemedim. Seni bulana kadar insanlar, inanmak istemedim. Oysa ne de güzel gülmüştün. Artık özgürüz demiştim, gülmek özgürlüktür Vaveyla. Özgürlüktü.

Daha sadece birkaç ay geçmiş, sene bile değil. Gerçekten kaç ay geçmiş, 1, 2,.., 5.. Sayamıyorum. Sayma özgürlüğümü istemiyorum. Özgürlüğü sensiz kaldırmak zor, çok zor. “Bella çav!” diyememek artık. Sensiz bir kış gelmesin diye yazı, tüm bu yapış yapış sıcağı sevmek zor. “Elveda güzel!” diyememek sana.

Söyle, vedalar da ilk defalara dahil mi?

 

Duymak Lazım

  1. Vaveyla
  2. Efgan
  3. Dilhun


Paylaşmak Güzeldir:

İlayda Küçükafacan
İlayda Küçükafacan
Çocukluğunu doğusundan batısına 7 farklı şehirde geçiren İlayda, kendini bir öğrenme tutkunu ve bibliyofil olarak tanımlar. Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği “öğren”cisi, iflah olmaz bir meraklı ve maceraperesttir. Politika, ekonomi, psikoloji ve bilimum başka disiplini karıştırıp "toplum mühendisliği" yapma yolunda emin adımlarla ilerlerken sistem dinamiği ve modelleme alanında derinleşmektedir. Bu sebeple kendisini sürekli bir şeyler anlatırken ya da bir şeylerle uğraşırken bulabilirsiniz. Yazıları çok bilmiş gelebilir ama aslında sadece “kendi dünyası”nı tasvir etmektedir. "Yazar burada ne demek istemiş?" derseniz bir kahveye kapısı her zaman açıktır.