Toprağa Ne Yapmalı?
Temmuz 3, 2021
Dilhun
Temmuz 3, 2021

Birden Ay Işığını Kesti

Aciziz. Güçsüz, bilgisiz, saçılmışız. Aciziz ne olup bittiğini anlamaktan, tüm bunların nerede başlayıp nereye doğru yol aldığını görmekten aciziz. Neden olup da bir türlü bitmediğini, aslında bitip bitmediğini idrakten dahi mahrumuz, mazur görün. 

Bilmem kaç bin yıllık uygarlık tarihine karşın cevap veremediğimiz soruların azameti büyüleyici ölçüde. Tanrı var mı? Varsa mutlak iyi, bilge ve güçlü mü? Bizden takip etmemizi istediği emirleri var mı? Bizi umursamıyor mu? Ölümden sonra ne olacak? Bir simülasyondan mı ibaretiz? Simüle edenlerin bizden beklentileri var mı? Algıladıklarımızdan öte bir gerçeklik var mı? Özgür irademiz var mı? Neden buradayız? 

Yanıt bulamadığımız soruların tesir alanı öylesine geniş ve bu alanın cehaletimizden bağımsız olarak bizi içermesi öylesine mümkün ki insan dehşete kapılmadan edemiyor. Demek istediğim şu ki bu soruların yanıtları, yani perdenin arkası bizim azade olduğumuz bir şey olmayabilir. Bizden beklenenler, almamız gerekli kararlar hatta yaşantılarımız karşılığı görmemiz mümkün muhtelif muameleler olabilir. Bunlar göz önüne alındığında içine fırlatıldığımız meçhul daha bir yaralayıcı.

Peki, madem içine doğduğumuz evren bilinmezliklerle bezeli ve hep böyleydi, niçin bir şeyleri açıklamak için yırtınıp duruyoruz? Bu sonu gelmeyen anlama arzusu varoluşumuzdan kaynaklı gibi görünüyor. Zira çevremizdeki işleyişleri çözebilmek bir zamanlar hayatta kalıp kalmayacağımızı belirleyecek kadar önemli bir beceriydi. Zamanı doğrusal olarak algılamamız, bazı olayların bizim için diğerlerinden önce veya sonra gerçekleşmesini zorunlu kılar. Bu çizgisellik ve belli ilişkilerin çok kez benzer örüntülerle tekrar etmesi zihnimizi farklı olgu ve olaylar arasında neden sonuç ağları kurmaya teşvik eder. Bu ilişkileri kavramamız ve hatta manipüle etmeyi öğrenmemiz bizi çok kısa sürede besin zincirinin tepelerine taşıdı. Yani bilme, açıklama iptilamız sanıyorum biraz da yaşamanın başka bir yolunu bilmiyor oluşumuzdan ileri geliyor. Bu düşkünlüğümüzü doğanın görece ufak tefek ilişkilerini, mekanizmalarını çözerek dindirmeye çabalasak da esas büyük sorulara yanıt bulma gayretimiz ezelden bu yana sonuçsuz kalıyor.

Öte yandan bu muğlaklık bizi ne derece sakatlamış olursa olsun oyunda kalmakta bu denli ısrarcı olmamız takdire şayan. Dinmek bilmeyen bir fırtınada durmaksızın oradan oraya savrulan bizlerin var olmayı sürdürebilmesi için tek çaresi var: Alışmak. Yaşamın sonsuz olasılıklara gebe olduğunu, her şeyi yanlış anlamış olmamız ihtimalinin varlığını ve bu devran karşısındaki aciz vaziyetimizi kabullenerek soluk almayı sürdürmek. Yalnız bir duruma alışmak ile onu unutmak arasında kolayca gözden kaçabilen önemli bir ayrım var. Bilinmezliğe alışmak; onunla uyumlanmayı, ortak bir ritimde dans etmeyi öğrenmek iken unutmak; meçhulün huzursuzluğuyla başa çıkamayan kişinin çaresizliğini ve utancını örtmek için başvurduğu korkakça bir teşebbüstür. Alışmak, zifiri karanlıkta duymaya çabalamakken unutmak sırf karanlık yüzünden gözlerini açmayı reddetmektir. Alışmak, bir anlamda kabullenişken unutmak, inkâr etmektir. 

İnsanın açıklayabileceği bir yaşamı yeğlemesi son derece doğal. Nihayetinde duru bir deniz insana çamurlu bir sudan çok daha fazla hitap eder. Fakat kişi, berraklığın cazibesine kapılıp hakikati yok saymak hatasına düşmemelidir. İçinde savrulduğu belirsizliği ve cevapsız kalmaya yeminli soruları hatırdan çıkarmak kişiyi bilinmezliğin kendisinden de görkemli bir cehaletin içine sürükler. Bu cehalet öyle olağanüstüdür ki kişi, her şeyi biliyor olmasına karşın haddinin bilgisinden yoksundur. Bu bilgiden yoksun kişi, kimi zaman öylesine çarpıcı boyutlarda özgüven ve içtenlikle acizliğini inkâr eder ki ayıbımızdan hicap duyan bizler de kabahatimizin üstünü kapatırcasına, hakikate göz yumup kendimizi bu zatın bizim habersiz olduğumuz birtakım hikmetlere mazhar olduğuna ikna ederiz. Oysa çoğu zaman bu kişiler yalnızca, içinde yaşadıkları muğlaklığı unutmuş olmalarından kaynaklı olağanüstü cüretkâr kimselerdir. Haddinin sınırları silikleşmiş kimseler, zaman zaman olmamaları gereken yerlerde söylememeleri gereken şeyler söylerken görülebilirler. Fakat bu durum ancak fırtınayı tanımayıp ayaklarını yere basmanın hayalini kuranlar, evrenin zifiri karanlığını tek pilli el feneriyle aydınlatabileceğini iddia eden kişiyi alkışlara boğduğunda gerçekleşebilir. 

İnsanların herhangi bir inanç sistemine bağlı kalarak yaşamlarını mutlak yargılar üzerine inşa etmeleri beni öteden beri hayrete düşürürdü. Zira şüphe ve merak her birimizin başlangıç ayarlarında mevcut. Hayat boyu o veya bu şekillerde törpüleniyor sanırım. Yavaş yavaş anlıyorum ki bu duyguları ömür boyu canlı tutabilmek eşine az rastlanabilecek ölçüde direnç ve kuvvet gerektiriyor. Kaldı ki şu hayattaki tek mücadele de zihinlerde verilmiyor. Çoğu zaman fiziksel ihtiyaçlarımız zihinsel yolculuğumuza ket vuruyor. İnsanın dışarıda bulamadığı huzura en azından kendi zihninde ermek istemesi pek hayret edilecek bir şey değil. Öte yandan yaşamın bu engin muğlaklığında bir şeyleri anlamış olma sanrısının verdiği coşku ve keyif karşı koyması oldukça güç çekicilikteler. Tüm bunlara rağmen insanlardan bilinmezlikle barış içinde olup bir yandan da varlığını hatırlarında tutmalarını, zifiri karanlığa rağmen bakmayı sürdürmelerini istemek; hayatta kalma mücadelesinin yanı sıra insanlardan bir de tutundukları hayatın bilinmeyenleriyle boğuşmalarını beklemek ne denli hakkaniyetli ve gerçekçi olur? Hoş, pek bilineni de yok zaten; dipsiz kuyu pezevenk! Fakat inanıyorum ki hakikatin önünde bir engel olmaktan öteye geçerek bilinmezliği kucaklayabilen insanın efkârı bir kelebeğin rüyasından daha muteberdir.

 

“Dünyayı sevenler veli değildir,
Canı terk edenler deli değildir,
İnsanoğlu gamdan hâli değildir,
Her birini bir efkara yazdılar.”

-Aşık Sümmani



Paylaşmak Güzeldir:

Oğuzhan Akbaş
Oğuzhan Akbaş
Boğaziçi Üniversitesinde Endüstri Mühendisliği öğrencisi. Kendisini olabildiğince çeşitli konuda donatmakla ilgileniyor. Sohbet etmekten, gülmekten, eleştirmekten, tartışma çıkarmaktan hoşlanıyor. Yazarak güncel zihin dünyasının kaydını tutma gayreti ileride buraların değerleneceğine olan inancından.