İnsanların günlük hayatlarında arka planda müzik çalıyor mu veya zihinleri susuyor mu bilmiyorum. Emin olduğum tek şey benim beynimdeki müzik çalar asla susmuyor, duruma göre en fazla çalma listesini değiştiriyor. Şu an parmaklarım klavyedeyken tüm bedenim linkte gömülü olan parçanın son iki dakikasını haykırıyor.
Sağ elim bileğime, sol kolum dirseğime kadar yara içinde; kaşlarımdan birinde gözüme kadar çizik var. “Acı içindeyim ve bundan delice keyif alıyorum.” Bu cümleyi kurabilen bir insanın iki tane geçerli sebebi olabilir: Acıya bağımlıdır veya acının kaynağını seviyordur. Galiba ikisi de kapsıyor mevcut durumumu. Hem tüm kediler tatlıdır.
Pleione Hesperis… Neden bir kediye iki isim takılsın ki? Kim evcil hayvanının omuzlarına böylesine yük olacak iki ad bırakır? Can yapar.
Can karakter olarak bana çok uzak bir insan. Çalışkandır, motivedir, asla yorulmaz, kafası karışıktır ama. Bu güzel bir şey bence, yanımda barındırmamaya çalışıyorum her fikrinde emin olan insanları. Belki bu kafa karışıklığını susturmak adına çalışır bu kadar.
Yaz aylarındaydık ama evde kırmızı ve parlak bir yılbaşı süsü bulmuştum, tam Hesperis’in ilgisini çekecek şekilde. Onu “American Beauty” filmindeki rüzgârla uçuşan plastik poşetin ritmiyle sağa, sola sallamamla kedinin bedeni de aynı yönlerde savruluyordu. Dakikalardır eziyet ediyordum ona. Hiç yılmıyordu, her hareketimde daha büyük bir hırsla yakalamaya çalışıyordu amaçsızca ne olduğunu bile anlamadığı çöp parçasını.
Can’a seslendim. Yine bir şeyler için emek veriyordu. Tekrar seslendim: “Kedinin bu saçmalık için çektiği zahmetin bizimkinden ne farkı var?”
Baktı bana. Gülümsedi veya ben öyle varsaydım. Sanki bir şeyler söylemek istiyordu da benim alaycılığıma harcamak istemedi. İyi çocuktu Can. Kendisini hep nereye gittiğini bilmediğim bir otobüste yanımda oturan olarak görmüşümdür.
Teşekkür ederim Can