“Vazgeçiyorum.
Vazgeçiyorum kırmızı ve mor şafaklara uyumaktan ve sonra beni uyandıracağın sarı ve beyaz sabahlardan. Bana alacağın beyaz zambakları da koy zamanın kenarına, onlardan da vazgeçiyorum. Ardından, belki 1 hafta belki 1 asır sonra, yağacak yağmurların gözlerine dolmasını izlemekten de elbette, sen giderken.
Gitmek en sevdiğin eylem, biliyorum.
Kalmaksa benim en nefret ettiğim, bil.”
Ne zaman “vazgeçmek” hakkında düşünsem aklıma “ölmek” gelir. Anlamlandırmaya, bir yerden alıp başka bir yere koymaya çalıştıkça her yere ağır gelen, ağırlığıyla kendi dışındaki her şeyi ezen kavramlarla karşı karşıyayım. Üzerine onlarca kitap okuyup sayfalarca yazsam da hala elde var sıfır, ne vazgeçmeye ne ölmeye cevap bulunuyor. Benim özellikle ölmekle yıllar yılı olan kavgam devam ederken bir arkadaşım bana “Ölmeyi Öğrenmek” adlı bir kitap -cüreti için tekrardan teşekkür edelim- hediye etti. Hediye paketini açınca durdum, anlık bir sarsıntıdan sonra içimden seslice bir kahkaha attığımı itiraf ediyorum, ölmeyi öğrenmek de ne demek?
Mevzubahis kitabın yazarı Roy Scranton’ın birçok formülü var ölmeyi öğrenmek için:
Açıkçası ölmeyi öğrenmek ile vazgeçmek paralel ise, benim gibi birinin önce vazgeçmeyi konuşması gerekiyor.
Vazgeçmek için sözlük anlamları değişkenlik gösterse de; eskiden beri sahip olunan veya yapılan bir şeyi bırakmak, ondan feragat etmek gibi genel bir yorum yapmak mümkündür. Yani sahip olunmayan bir şeyden vazgeçmemiz mümkün görünmemektedir. Peki sahipliğimiz neye göre belirlenir? Bir şeye sahip olmanın temel koşullarını düşünelim: onu satın almak, bulmak ve almak, o konuya hakim olmak, o durum içinde uzun zaman geçirmiş olmak, tecrübe… Ama düşündüğümüzde aslında zihnimiz dışında sahipliklerimizi koruyan bir doğa kanunu yoktur. Devletlerden toplumsal kurallara kadar sahipliklerimizi akredite eden her sistem beşerîdir. Çünkü sahipliklerimiz öznel dünyamızda vuku bulur. Yani ben bir eşyayı elime alıp “Bu benim.” dediğimde bundan dünyanın diğer tarafındaki bir insanın haberdar olmasını ve sahipliğimi tanımasını beklemek saçmadır (beşeri sistemleri dışlayarak düşünüyoruz), benim gerçekliğim kadarında bu bilgi geçerlidir. Yine aynı şekilde kimseye haber vermeden de tamamen kendi dünyamda biri ile olabilir ve o kişiyi dünyama katabilirim, bunun için çoğu zaman ona ihtiyacım bile yoktur (bk. Genç Werther’in Acıları). Bu da bana ondan vazgeçme özgürlüğü tanır, karşımdakinin haberi olmaksızın onunla olabilir ve ondan vazgeçebilirim. Sonuç olarak, vazgeçmenin ön koşulu olan sahiplik kendi kendimize uydurduğumuz bir fenomendir, belki farkında olarak belki olmayarak.
Sahipliklerimizin şimdi var olanlarla sınırlanmaması gerektiğini de düşünüyorum. Bendeki “vazgeçmek”; bir konu, eylem, durum, duygu, düşünce, nesne veya kişinin bizdeki yansımalarını veya olası yansıma potansiyellerini bırakmak anlamına geliyor. Yani vazgeçmek sadece şu an bizde olanlarla değil, gelecekte bizde olabilecek olanlarla da ilgili olabilir. Gerçekleşen olaylar kadar olasılıklardan da vazgeçmeyi seçmemiz mümkündür. Burada bir hak devri de söz konusu, aslında kendimize şimdi hak gördüğümüz veya gelecekte görebileceğimiz şeyleri de bırakmak demek aslında. Bir feragat, bir geçiş, bırakış hali mevzubahis.
Somut şeyler söz konusu olduğunda sahiplik ilişkilerimizi anlamak görece daha kolaydır. Bir yolculuktan vazgeçmek, uykudan vazgeçmek, ikinci bir kalemden vazgeçmek, okuldan, derslerden, hediyelerden, doğum günlerinden, şehirlerden, kitaplardan vazgeçmek belki de… Bunları bir kenara bırakacak olursak hayatımızdaki kavramsal vazgeçişlerimiz nerede durur? Mesela “umut etmekten vazgeçmek” gibi bir ifadede ne demektir? Vazgeçmenin sınırı nedir? İnsan ne kadar çok şeyden vazgeçebilir? Vazgeçmek kelimesi yapısal olarak Farsçadaki “baz (tekrar, geri gitmek)” ve Türkçedeki “geçmek” kelimelerinin birleşiminden oluşur. Yani sanki ilerlenilen bir yoldan dönüp geri gitmek gibi düşünülebilir. Ama hangi yollardan geri gidilebilir? Belki girdiğimiz eğitim akışından, belki evliliklerimizden, belki taşındığımız evden ve belki de verdiğimiz o çay siparişinden. Ama hayal kurmaktan, bakmaktan, merak etmekten, önyargılarımızdan geri gidebilir miyiz? Gri bir gökyüzünün metalik renginden, yağmur sesinden ve üşümekten alınan keyif geri gidilebilir midir? Soyut şeyler dünyasında vazgeçişin sınırı nerededir?
Geri gitmek, yapısı gereği etken yani bilinçli olarak yapılması gereken bir eylemdir. Geri ve ileri gibi yönleri atayabilmek için de yolun neresinde durduğumuz bilmek gerekir, bilemiyorsak da bilemediğimizi bilmek önemlidir. Yani hem toplum veya yakın çevremiz tarafından bize atanmış sahiplikler hem de bizim kendimize atadığımız sahiplikler konusunda geri gidebilmek için onlara dair bir anlayışımızın olması gerekir. Bu anlayış, sahipliğin kendisine dair tam bir bilinç veya bilinçsizliğin farkında oluş olarak vuku bulabilir. Yani kişi sahipliğinin güçlü yönlerinden zayıf yönlerine, olduğu veya olabileceği her şeye hakim olabilir. Bu noktada sahipliğine dair yargılarda ve öngörülerde de bulunabilir, örneğin boyunun kaç santimetre olduğu. Ancak aynı şekilde sahip olduğu bir şey konusunda sahipliği haricinde hiçbir gerçekçi öngörüsü bulunamayabilir de, örneğin sabah uyanacağı zamanki ruh hali.
İlk durumdaki hakimiyeti kabul ettiğimiz gibi bazı sahipliklerimize dair cehaletimizi de kabullenmek gereklidir. “Çünkü bilmediğini bilmek için bir hayli anlayış olmalı insanda: Bir kapının kapalı olduğunu anlamak için o kapıyı itmek gerekir.”[5] Sonuç olarak ölmeyi öğrenebilmek vazgeçebilmekse, vazgeçebilmek için de nelerden vazgeçtiğine dair ister hakim ister bilinemezci bir anlayışa sahip olabilmek gerek. Sahipliklerimizi bu şekilde sınıflayıp anlayış ve farkındalığa bağladıktan sonra ölmek ve anlayış arasındaki bağlantıyı da inşa etmemiz gerekiyor.
Ölümü öğrenebilmek özelinde döngüsünü tamamlamayı kabul etmiş kişilerin ölümünü konuşarak çerçeveyi netleştirmek daha sağlıklı olacaktır. Çünkü öğrenmek ve vazgeçmenin ikisi de etken eylemlerdir ve bilinçli olarak yapılışlarını incelemek gerekir. Yani öleceğini bilen ve kendi buna karar veren kişileri, namıdiğer anlayış sahiplerinin bir grubunu. Mesela 33’ünde intihar etmiş birini düşünelim. İntihar nedeni ister hayata kırgınlığı ister insanlara kırıklığı olsun, burada olasılıklardan vazgeçişi net bir şekilde görmek mümkündür. Kişi belki ertesi günü kapısının çalınmasını ve o hep beklediği kutunun gelmesini, ihtiyacı olan bir tanışmayı, belki de daha iyisi beklediği o kişinin gelişini reddetmektedir. Belki o hafta okuyacağı bir kitabın onu yine hayata bağlamasını, belki de 2 gün sonra artık baktıkça içini acıtmayacak bir hayatı. Bir olasılıklar silsilesidir aforoz edilen: umutlar, mutluluklar, kahkahalar, kokular, sesler, deneyimler ve deneyimletilecekler… Kişinin sahip olduklarına ve olacaklarına dair anlayışı muğlaktır, kapalı olduğunu düşündüğü kapıyı itmeyi bile reddetmektedir. Burada, hayattan vazgeçebilirken neden vazgeçtiğini bilmediğini de kabullenen bir veda söz konusu. Burada net bir şekilde spektrumun sahiplik cehaleti kısmındayız.
Bir arkadaşım bir keresinde bunu kumar oynamaya benzetmişti; 21 oynarken istediğiniz kadar kart sayın, hayat desteye dilediği kadar kart ekleyip çıkarır. Bu sebeple de “Ben kart açılmasını reddediyorum.” deyip oyunun ortasında masadan kalkmanın bir yolu olduğu sonucuna varmıştık kendi hayatına son vermenin. Bildiğimiz sahipliklerden vazgeçmek, bence bize yaşamayı öğretiyor ve bir yere kadar bizi özgürleştiyor da. Ancak söz konusu ölmeyi öğrenmek olduğunda bilemediklerimizden, olasılıklardan vazgeçmenin sözü devralması gerektiğini düşünüyorum.
Kendi hayatına son veren kişi konusunda, kişinin hem iç hem de dış sahipliklere son verdiğini söyleyebiliriz. Yani hem ona atananlardan hem de onun kendine atadıklarından vazgeçilmiştir. Daha da önemlisi atanacaklardan ve kendine atayacaklarından da. Bu vazgeçişte, sahipliklerden geriye dönüşte kişinin ölmeyi öğrendiğini söylemek mümkün müdür? Sahipliklerini geride bırakan ve hatta hayatı yaşanılır kılan yegane şeyden, umut etmekten vazgeçen bir kişinin tam olarak hayatının son saniyesinde ölmeyi öğrenebileceğini söylemeye cüret ediyorum. Şimdiye kadar sahip olduk, sahipliklerimize dair anlayış sahibi olduk, ölmeyi öğrenmek için de bir vaka inceledik. Peki, kişi hayatına son vermeden de ölmeyi öğrenebilir mi?
Ölmeyi öğrenmek için iç ve dış sahipliklerimizin tamamından vazgeçmemiz gerekiyor gibi görünüyor. Bu kadar büyük çapta bir yıkıma ancak ciddi kırıkların sebep olacağını düşünsem de yaşamakla baş edebilmek için öncelikle sahipliklerimize dair öyle ya da böyle bir anlayış geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu anlayıştan sonra ise asıl meydan okumaya geliyoruz: ihtimallerden vazgeçmek. Olasılıkları reddedebilmeyi öğrendikçe “Hayır.” diyebilmeye başlayacağımıza ve faniliğimiz ile barışma yoluna girebileceğimize inanıyorum. Düşünüldüğünde her seçimimiz ile bunu yaptığımızı görmek zor olmayacaktır, her seçimimiz seçmediklerimizden vazgeçtiğimiz anlamına gelir. Bu noktada; bilerek ben bu olasılığı istemiyorum deyip kart açılmadan masadan kalkabilmeye alışmak, sanırım hem yaşamla hem de ölümle baş edebilmek için yapabileceğim en makul hareket.
Son dönemde kendi adıma beni gerçekten çok zorlayan bir süreçten geçtim: Bir olasılıktan vazgeçebilmeye başladım. An itibariyle 1 yıldan biraz fazla -400 küsür gün kadar- oldu ben bu kararı vermek için debelenmeye başlayalı, kolay olmadı ve mutlu da olmadı.
Ama başarmaya devam ediyorum.
Bu yolda ilerledikçe fark ediyorum ki olasılıklardan vazgeçebilmek öyle bir kerede başarılabilecek bir şey değil. Her gün vazgeçmeye karar verip bununla uyumak ve bununla uyanmakla ilgili. Ben de onlarca haftadır bu durum ile uyuyup uyanıyordum, ancak tek bir farkla: vazgeçmek kelimesinin tam zıddı ne ise onu yaparak. Ama artık her güne o saçma kumar masasından kalkarak ve o açılacak kartı merak etmeden, onu merak etmeyi reddederek başlıyorum ve böyle bitirmeye çalışıyorum. 23 gündür o olasılıktan vazgeçmeyi seçiyorum. Her gün bir daha ve baştan. Hatırlayalım Roy Scranton ne demişti: “.. ölmeyi öğrenmek vazgeçmeyi öğrenmekle aynı şey: egodan vazgeçmeyi, benlikten vazgeçmeyi, gelecekten, belirlirlilikten, bağlılıklardan, zevk arayışından, kalıcılıktan ve istikrardan vazgeçebilmeyi öğrenmek. Kurtuluştan vazgeçmeyi, ümit etmekten vazgeçmeyi öğrenmek. Ölümden vazgeçmeyi öğrenmek.”[6] Listemiz uzun olsa da her gün bir adım atmak için yeni bir fırsat. Tüm bunlardan ve daha fazlasından vazgeçebildikçe, kendi gerçeklerimizi bunların ötesinde keşfedebildikçe var olabildiğimizi düşünüyorum.
Vazgeçişlerimiz kadar büyüyoruz belki de, yaşayamadan vazgeçebildiklerimiz kadar. Bu kaybetmekten de öte, kendine karşı kaybetmek gibi.
“Yaşlı bilge” diye bir tabir vardır, yaşlandıkça bilgeleştiğimiz kabul edilir. Ancak ben bunu yaştan ziyade sahipliklerimizin de ötesinde olasılıklardan bilinçli olarak vazgeçmeye daha çok zamanımız olmasına bağlıyorum. Vazgeçtiklerimiz kadar olgunlaştığımızı; neye sahip olabileceğimizi bilemeden ve bilmeyi istemekten vazgeçtikçe, o ihtimalleri bile reddettikçe büyüdüğümüzü düşünüyorum.
Ben bu aralar “büyüdüğümü” hissediyorum.
“Ve biz şimdi…
Gözleri boşluğa sabitlenmiş bin anın…
Kulakları sessizlikte…
Ne bekleyen, ne beklenen…
Ne bekleyeni, ne bekleneni…
Durmuş bir saatin saygı duyulası metanetiyle…
“Susuyoruz”
Büyüyüp güzelliğini kaybeden her şey gibi…
“Geç kalıyoruz”
…
Zaman…
İplerini çekiştiriyor bir vedanın.
…
Sen yağmurları sevdiğinde,
Ben vazgeçmiş olacağım.”
-Cem Adrian
[1] Scranton Roy, Ölmeyi Öğrenmek Üzerine Bir Uygarlığın Çöküşü Üzerine Düşünceler, Deniz Tortum (Çevirmen), Edebi Şeyler Yayınevi, 2019, s.18
[2] Scranton Roy, Ölmeyi Öğrenmek Üzerine Bir Uygarlığın Çöküşü Üzerine Düşünceler, Deniz Tortum (Çevirmen), Edebi Şeyler Yayınevi, 2019, s.20
[3] Scranton Roy, Ölmeyi Öğrenmek Üzerine Bir Uygarlığın Çöküşü Üzerine Düşünceler, Deniz Tortum (Çevirmen), Edebi Şeyler Yayınevi, 2019, s. 84
[4] Asaf Özdemir, Eskisi Kadar Özlemiyorum Seni Şiiri
[5] Montaigne, Denemeler, Sabahattin Eyüboğlu (Çevirmen), Ocak 2020, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s.90
[6] Scranton Roy, Ölmeyi Öğrenmek Üzerine Bir Uygarlığın Çöküşü Üzerine Düşünceler, Deniz Tortum (Çevirmen), Edebi Şeyler Yayınevi, 2019, s. 84