Bir gün
Nisan 3, 2021
Süper Kahraman Olma Yanılgısı Üzerine
Nisan 3, 2021

Birey, Toplum ve Etkileşim – Durkheim Öldü

Bireylerin topluma, toplumun bireylere tezahür etmesiyle her geçen gün yeni etkileşimler ortaya çıkıyor. Bireyi, toplumu ve arasındaki ilişkileri inceleyen sosyal bilim dalı olan sosyoloji ise bizlere yeni kapılar aralıyor. Birey kimdir, toplum nedir, aralarındaki ilişki nasıl oluşur, tüm bunları etkileyen değişkenler neler olabilir ve hangi değişken ya da değişkenler hayatımızda daha çok önem arz eder? Bazen isteyerek bazen de fark etmeden yaşam içinde yaptığımız analizler bu sorulara cevap arar. Bu sorgulayışlarımızın tarihi ise çok eskilere dayanır çünkü iki insanın yan yana gelmesinden doğan etkileşim çoktan fitili ateşlemiştir. Fakat, bu sorgulayışların hız kazandığı ve sistematik bir şekilde incelenmeye başladığı dönem günümüze çok daha yakındır. O zamana dek kümülatif bir şekilde ilerleyen, insan bilgi ve felsefesiyle dünya üzerine daha bütünsel ve toplumsal bir anlayış vermeyi hedefleyen sosyoloji 19. yüzyıla dayanır ve August Comte ile başlayan bu serüven birçok değerli sosyal bilimciyle devam eder. Biz de bu ay sosyoloji temamız özelinde Durkheim Öldü kitabıyla çeşitli sosyal bilimcilerin fikirlerini Sherlock gözlemleriyle okuduk ve ay sonunda bunlar üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. 

 

Bireyde, toplumda ve birbirleri arasındaki etkileşimlerinde, bir döngünün parçası olan farklı değişkenlerden söz edebiliriz. Bireyin davranışlarının bağlama, bağlamın tepkisinin bireye ve bireyin geri tepkisinin tekrar bağlama döndüğü ve böylece devam eden bir döngü… Bununla beraber, hangi değişkenler hayatlarımıza daha çok etki ediyor ya da bu değişkenlerle insanlar hayat görüşlerinde hangi noktalarda, neden farklılaşmış diye sorular yönelttiğimizde alacağımız cevap; oldukça karmaşık olabiliyor. Mesela, Weber’in bireysel yaklaşımıyla Durkheim’in toplumsal yaklaşımı da kendi değişkenleriyle belirleniyor. Kimimiz bu durumu hayatlarında yaşadıkları farklı bireysel kompozisyonlara bağlarken kimimiz bu kompozisyonları hayatın ona verdiği anlayışla gerçekleştirdiğini iddia edebiliyor ve ikisi de çok mümkün. Weber hayatta kendi tercihlerinin ön plana çıktığını deneyimlemiş, Durkheim ise intihar vakalarını incelerken toplumun yadsınamaz etkisinden kendine sonuçlar çıkarmış ve ikisi yaşadıklarıyla kendilerine şemalar oluşturmuş olabilir. Bu şemalar; insanın güvenilir bir varlık olduğu, dünyanın korkulacak şeyler barındırdığı, paranın değer işlevi görmesi ya da ırkçılığın kötü duygular içerdiği gibi bilgileri içinde bulundurabilir. Bizler de yaşadıklarımızla şekillenen bu şemaların farklı kombinasyonlarını taşıyor ve bu kombinasyonlardaki bireysel ve toplumsal etkileri ayrıştırmakta zorlanıyor olabiliriz.

 

Şemalarımızın içerdiği bilgileri kimi zaman tekrarlanan ilgili deneyimlerimizle güçlendirirken kimi zaman yaşadığımız farklı olaylarla zayıflatıyor ve yerine yeni bilgilerimizle yeni şemalar oluşturmayı tercih ediyoruz. Toplumdaki ve bireydeki kalıplaşmış düşünceler de böylece ortaya çıkıp yıkılabiliyor. Bireylerin, toplulukların veya toplumun şemalarını incelerken yanlış gördüğümüz, tamamlamak ya da değiştirmek istediğimiz şeyler olabiliyor. Bu noktada devreye nasıl sorusu giriyor. Kendimizde veya toplumda oturmuş olan kombinasyonlarda yanlış ya da eksik gördüğümüz kısımları nasıl şekillendirebiliriz? Buna da verilmiş, verilebilecek birçok cevap var elbette. Mesela, Freud bu şekillenme sürecinde bireyin toplumla şekillenen psikolojisini incelerken geçmişinize gidip bastırılmış duygularınızı açığa çıkarabilirsiniz diyor, Beatrice Webb kadının toplum içindeki yeri için kendi şemasındaki yargılarını değiştirip kadınların yönetimde sorumluluğu paylaşmasını istemeye başlıyor ya da Lenin toplumdaki kapitalist şemaların toplumda eşitsizliği arttırdığını söyleyip bu şemaların yıkımını destekliyor ve komünist bir devrim öngörüyor. Böylece, nasıl sorusu hayatın bize değen noktalarını bizdeki kombinasyonlarla yorumlayıp şekillendirmek isteyişimizle ve kullandığımız yöntemlerle anlam buluyor ve biz ilerliyoruz.

Tabii, şekillendirmek istediklerimiz ve yöntemlerimiz belli olsa bile kimi zaman olayların nereye gideceğini tahmin etmek zor. Bu yönden etkileyenlerle etkilenenleri iyi tahlil edebiliyor olmamız önemli. Biz bir değişimi uygun gördük ama bu değişimi kimler başlatacak ve bu değişimden etkilenecek olanların buna tepkisi ne olur sorusu zihinlerimizde uyanıyor. Örneğin, sunduğumuz önerileri destekleyen kitle, toplumun ne kadarlık bir kesimini temsil ediyor ve önerileri takip edip değişikliğe gittikleri takdirde destek buldukları ya da bulamadıkları durumlarda geneli nasıl bir manzara bekliyor? Şemaları değiştirmeye çalışmak, kendimizden başlayıp genele yayılan ve tekrar bize dönen döngünün içine giriyorsa bu döngüde çoğunluğun mutluluğunu sağlayabilmek önemli olmalı. Çoğunluğun mutluluğunun bizi doğru gördüğümüz şeye götürmediğini fark ettiğimizde ise evrensel değerlerle devam etmek ve ısrarla değerlerimizin arkasında durmak değişim yolunda anahtar görevi görüyor diye yorumlayabiliriz. Her hâlükârda, bir ihtiyaçtan doğan talebe cevap olarak gelen ilerleme hedefleriyle ve bunlar için gerekli niteliklere sahip olan bireylerle kendimizi değişime açabilir ve döngünün gelişmesine katkı sunabiliriz.

 

Bunları böylesine irdelerken biraz da kitap içinde Durkheim’in toplumsal ilerleme için yaptığı analiz çalışmalarına bakalım. Teorik hayatla günlük hayat pratiklerini araştırırken diğer sosyal bilimci arkadaşlarını, yaptığı sosyal deneyinin bir parçası haline getiriyor. Bu durumun etikliği üzerine konuşabileceğimiz gibi düşünürlerin bu deneye tepkisi de kitapta dikkat çekiyor. Düşünürler deney içinde sosyal sorumluluk gerektiren olayları irdeleyip harekete geçmiyor ve son bölümdeki deney sonrasında kavga anlarını da izlemekle yetiniyor. Olayların yorumlanması ise kitabın bitişiyle eş zamanlı olarak Freud’un ‘‘Çok ilginç!’’ cümlesiyle son buluyor. Peki, düşünürlerin idealleri ve günlük hayatları arasında bir ironi mi mevcut? Bizler de ideal olanı bulmaya ve anlamaya çalışırken elde ettiklerimizi ne kadar günlük hayatımızda uyguluyoruz? Kimi zaman üzerine düşündüklerimizi aktarmak nispeten kolayken sosyal hayat pratiğinde ideal tavrı takınabiliyor muyuz? Bu durumları düşünmemiz gerektiğini söylemekle birlikte kendimiz ve toplum için ideal olanı aramaya ve anlamaya da devam ediyoruz.

 

Teşekkür: 28 Şubat akşamı gerçekleşen söyleşimize katılan tüm katılımcılarımıza ve bu yazının çıktığı atmosferde yer alan Burhan Bahadır Kibar, Furkan Çankırı, Havva Nur Ünal, İlayda Küçükafacan, Mehmet Antep, Mina Çekin, Oğuzhan Akbaş, Özge Efeyurtlu, ve Sena Önder’e çok teşekkür ederiz.



Paylaşmak Güzeldir:

Esra Nalbantoğlu
Esra Nalbantoğlu
Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun. Gezelim, görelim, deneyimleyelim, öğrenelim ve anlamlandıralım diyerek yaşıyor; insanın ve doğanın sunduğu alanlarda "Neden?" sorusuyla seyahat ediyor. Etki alanını genişletip başkalarının da etki alanına girerken yakaladığı kesişimlerle kombinasyonların gücüne inanıyor. :)