İnsan nasıl bir canlı? Her yaptığımızı belirli bir mantık çerçevesine oturtmayı ve ona anlamlar yüklemeyi severiz. Peki ya durup düşündüğümüzde mantığımıza ters düşen olaylar da varsa ve bazen bunun farkına dahi varamıyorsak? Bunun örneklerini birçok yerde görebiliyoruz. Ama ben konjonktürü biraz daha geçmiş dönemlere çevirmek ve bu örnekleri bilimsel olarak incelemeye başlayıp sosyal psikolojiyle gelen davranışsalcılığa yönelmek istiyorum. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, onca akla yatmayan davranışı ve kıyımı gören birçok insanın kafasında insanın çok akıl dışı bir varlık olduğu düşüncesi yankılanmaya başlıyor. Tabii ki akıl dışı olmanın merak edilen tarafları neler, bunları nasıl anlayabiliriz düşüncesi de insanları geçmişten farklı noktalara getiriyor. Yıllardır süregelen rasyonel insan tanımlaması bu süreçle değişiyor ve bu değişim birçok bilim dalına sirayet ediyor. İrrasyonel özellikleriyle var olan insan, hem sistemin içinde şekilleniyor hem de sisteme şekil veriyor. Biz de bunu davranışsal iktisat özelinde, Dan Ariely’nin Akıldışı Ama Öngörülebilir kitabıyla ekonomi anlayışımıza olan yansımalarıyla inceledik ve üzerine çok güzel bir söyleşi gerçekleştirdik.
İrrasyonel davranışlarımızla var olmak aklımıza neler getiriyor? Belki de durup siyah inci neden bu kadar değerli diye sorgulamalıyız ya da etrafımızda gördüğümüz şeylerin değerlerini neye göre belirlediğimizi bir daha düşünmeliyiz. Bu düşünceler eşliğinde yazarımızın da bahsettiği çıpa kavramına bakmakta fayda olabilir. Bir şeyin değerini kıyaslayarak ölçüyorsak o ilk baz aldığımız değer bizim çıpamız oluyor ve ona göre değerlendirmeler yapmaya başlıyoruz. Bu durumda daha önce hiç duymadığın bir sesin değeri ne olabilir ki? Bu soruyu soran yazarımız daha önce duyulmamış bir cızırtı sesine fiyat biçilmesini istiyor ama bunu alternatifleri olmadan yapamayacağımızı fark ediyor. Her zaman alternatiflerini düşünerek kıyaslayıp değerlendirdiğimiz durumlar, bağlamından ve insan davranışından ayrı düşünülemiyor; bu da rasyonel bakış açımıza farklı boyutlar katıyor.
Farklı seçenekler, farklı kültürler, farklı duygu durumları, farklı kişisel özellikler veya farklı zamanlamalar gibi birçok değişkeni hayatımızda tutsak da gün sonunda hepimizin ortak noktada birleşebildiği içgüdüsel irrasyonel davranışlarımız var mı? Olabilir, hepimiz aynı anda birçok şeye sahip olabilmek, bir şeyleri yapmayı sonuna kadar ertelemek ya da beklentilerimizle olacakları körü körüne eşleştirmek istiyor olabiliriz. Bu kitap da o içgüdülerle beraber o içgüdüleri ortaya çıkaran gizli kuvvetlere bakmayı hedefliyor olabilir. Evet, bu kuvvetlerin her birini ayrı ayrı merak ediyoruz ve tabii hepimiz bu kuvvetlere kendi yaşadıklarımızın süzgecinden bakıyoruz. Mesela günümüzün en önemli problemlerinden ertelemecilik konusuna bakalım. Yazarımız bir deney ortamından bahsediyor. Şöyle ki bazı öğrenciler öğretmeninin verdiği üç farklı ödev tarihine uymak zorundayken, bazıları bu tarihleri kendisi belirliyor, bazılarına da sadece bir ödev tarihi veriliyor. Bu noktada farklı değişkenler altında kalan öğrenci gruplarından en başarılı olan üç farklı ödev tarihine uymak zorunda kalan grup oluyor. Pekii, ertelemeciliğe karşı en etkili çözüm bu mu? Bir başkası tarafından sıkı sıkıya denetlenmek? Bu noktada öz-kontrol ve kişisel özellikler de devreye giriyor ve işler karışıyor. Birimiz görevine somut ödüller koyup o işi severek yaparken birimiz iki dakikada yapabileceği tüm işleri yapıp zihnimizin ödül mekanizmasını harekete geçirebiliyor ya da en etkili yöntem denetimdir deyip kendini denetleyicinin kucağına bırakıyor. Bu ve bunun gibi yöntemleri bulup uygulamanın ana yolu ise öncelikle yöntemi uygulamak istediğin davranışın farkında olmaktan geçiyor.
Her bir davranışımızı fark edip ölçüp tartabiliriz. Kimi zaman bu davranışların bize olan yararından keyif alır kimi zaman da zararından hoşlanmayıp kendi koruma mekanizmalarımızı geliştiririz. Farkındaysak, sorguluyorsak ve her zaman kendimizi değişime açık tutuyorsak kendimize en uygun yolu da belirleyebiliriz diye düşünüyorum ve şimdi söyleşide de değindiğimiz irrasyonel davranışlarımıza yönelik farkındalıklara geçiyorum. Çok fazla seçeneğin bizi boğduğunu fark edip seçeneklerimizin sayısını azaltabiliriz, almak istemediğimiz şeyleri bize aldıran alışveriş uygulamalarını fark edip uygulamalarla aramıza mesafe koyabiliriz, markette bedavanın büyüsüne bizi kaptırmaya çalışan ürünlerdeki tuzağı görüp daha kârlı olanı tercih edebiliriz, piyasa normuna sosyal normu katıp şirin gözükmeye çalışan reklamları fark edip etkilenmeyebiliriz, toplumun davranışından etkilendiğimizi fark edip kendimizi özel yapan şeyi bulabiliriz, karar alma anlayışımızı sorgulayıp karar mekanizmamızı şekillendirebiliriz… Bunların hepsini öngörüp yapabiliriz. Kendimizi tanıyorsak, bizi etkileyen güçleri tanıyorsak bahsettiklerimiz çok mümkün. Çok güzel ama ya tanımıyorsak ya da bizi bizden daha iyi tanıyanlar varsa?
Bu kitap insan olmanın getirdiği birçok akıl dışı özelliğe ışık tutmayı hedefliyor gibi görünüyor. Görünmekle de kalmıyor, söyleşimizde tüm akıl dışı özelliklerimiz üzerine bir kez daha düşünmemizi sağlıyor. Fakat tüm bu özelliklerimiz açığa çıktıkça bunları kullanmanın yöntemleri de üzerimizde kullanılmaya devam ediyor. Bence bu bir mücadele, akıl dışı olan özellikleri kim daha iyi öngörüp kullanabilir mücadelesi. Bir tarafta davranışlarını tanıyıp kendine bir yol çizme gayretinde olan insanlar, diğer tarafta ise davranışları tanıyıp diğerlerinin yolunu çizmeye çalışan insanlar. Yani, insan davranışını bilen bir satıcı asıl satmak istediği şeyin yanına alt veya üst alternatiflerini koymayı bir çözüm yolu olarak görürken insan davranışını bilen bir kişi de bu alternatiflerin onu kandıracağını bilip asıl istediğine odaklanabilir. Belki de bilginin ve anlamanın büyüsü de burada ortaya çıkar. Böylece en çok bilen ve anlayan kazanır. Bu kitap da bizim anlama yolculuğumuzun basamaklarından birine eklenmiş olur.
Teşekkür: 30 Kasım akşamı gerçekleşen söyleşimize katılan tüm katılımcılarımıza ve bu yazının şekillenmesinde katkısı olan Burhan Bahadır Kibar, Furkan Çankırı, Gökhan Gürkan, İlayda Küçükafacan, Mehmet Antep, Mina Çekin, Muhammed Akaca, Sena Önder ve Şule Çalış’a çok teşekkür ederiz.
KAYNAKÇA: Dan Ariely, Akıldışı Ama Öngörülebilir, Optimist Yayınları, İstanbul 2010, Çevirenler: Asiye Hekimoğlu Gür, Asiye Şar