Popüler bilim kurgu serilerinden biri olan Douglas Adams’ın yazdığı Otostopçunun Galaksi Rehberi kitabında bir hikâyeden bahseder. Hikâyeye göre bir ulus hayat, evren ve her şeyin anlamına çözüm bulması için bir süper bilgisayar yapar. Bu bilgisayarın ismi Derin Düşünce’dir. Derin Düşünce, bu soruyu çözmek için yedi buçuk milyon yıl ister. Yedi buçuk milyon yıl sonra heyecanlı kalabalık bilgisayarın başında cevabı bekler. Derin Düşünce’ye cevap sorulduğunda cevabı bulduğunu ama hoşlarına gitmeyeceğini söyler ve “Cevap 42.” der ve sonrasında ekler “Evet, çok dikkatli bir şekilde kontrol ettim. Cevap 42. Ama soruyu bilseydim bulmak daha kolay olurdu. 42 sayısı her şeyin cevabıdır, sebep aramaya gerek yok çünkü böyledir.” Peki, Douglas Adams ne anlatmak istiyordu, 42’nin sayısal olarak bir anlamı var mıydı yoksa Douglas Adams gerçekten hayatın anlamını mı bulmuştu?
Douglas Adams bence kitabında insan doğası üzerine oldukça derin bir gerçeği anlatmaya çalışıyordu. Bu gerçek beyinlerimizle, evrimsel geçmişimizle ve insanın kumaşıyla ilgilidir. Douglas Adams, hayatın anlamına dair bir iddia koymak istemiyordu aslında. Douglas Adams insanın nedenlere olan bağlılığı üzerine bir fenomeni ortaya koymak istiyordu. Douglas Adams sonraki röportajlarında 42’nin hiçbir anlamı olmadığını ve sadece öylesine aklına gelen bir sayı olduğunu açıklamıştı. Zaten dediğimiz gibi olay hayatın, evrenin ve her şeyin anlamıyla ilgili değildi. İnsanın görece rasyonel olmayan ve gerçeği kıran doğasıyla bir süper bilgisayarın rasyonalitesi üzerine bir incelemeydi.
Derin Düşünce, yani bilgisayar, güçlü bir hesaplama gücü olan rasyonel bir algoritmayı temsil ediyordu. Derin Düşüncenin yapılma amacı onu yapanların kafasında olan bir bilinmezliği çözmekti. İnsanlar ise rasyonellikten uzak doğaları ile ve hayatta kalmaya programlanmış evrimsel geçmişleriyle rasyonel bir süper bilgisayardan oldukça fazla ayrışıyorlardı. Kitaptaki bu metafor insanın nedenlere olan bağlılığı ile rasyonel olamama durumuna ışık tutuyor.
Memeli atalarımız ve genel olarak canlılık yüzyıllarca beslenme, üreme ve temel olarak yaşamaya devam etme üzerine programlanmıştır. Canlılık tarihi yaşamda kalabilme ve adapte olabilme tarihidir. Canlılar çevreyi analiz edip nedenleri ve sonuçları daha iyi anlayabilmek için belli reseptörler ve bilişsel algılama süreçleri geliştirmişlerdir. İnsanlar çevreyi daha iyi analiz edebilmek için duyarlar, görürler; onlar için tehlikeli olabilecek kimyasalları tespit edebilmek için tadarlar, koklarlar ve dokunurlar. Bu duyu süreçleri olası tehlikeleri anlayabilme ve buna karşı algısal bir tepki oluşturabilme üzerine kuruludur. Canlılar nedenleri anlama ve bu algılara sonuçlar üretebilme üzerine evrilmiştir. Yaşamda kalmak tüm canlılar için öylesine önemlidir ki bu tüm algılama süreçlerimizi etkiler. Örneğin memelilerde stres tüm vücudu etkileyen etkiler oluşturmaktadır. Stres bağışıklık sistemimizi, yara iyileşme süresini hatta öğrenme süreçlerimizi dahi etkilemektedir. Bu mekanizmanın bizi hayatta tutmak için evrildiğini ve rasyonel düşünme süreçlerimizi etkilediğini anlamamız gerekir. Bizler dış tehditleri algılamak ve bunlara sonuçlar üretmek üzerine gelişmiş bir evrimsel mirasın üzerine oturuyoruz. Yani bilişsel programlarımızın nedenleri anlamlandırmak ve sonuçlar üretmek üzerine şekillendiğini söyleyebiliriz. İnsan hayatta kalmaya odaklı bir evrimsel süreçte gelişmiş ve değişmiştir. Bu yüzden insanın sahip olduğu ve hayatı gözlemlerken kullandığı bakış açısı hayatta kalma üzerine geliştirilmiş programların çerçevesinde oluşturulan bir bakış açısıdır. Oysa bir süper bilgisayar ne bu stres süreçlerine ne de dış etkenlere sonuçlar üretmek üzerine programlandırılmamıştır. İnsan hayatta kalma amacı için çabalar ve gerçeği o amaç için yontar. Gerçeği bu yüzden eksik algılarız ama bir bilgisayarın hayatta kalmak için gerçeği eksik yorumlamasına gerek yoktur, hatta bir bilgisayar programının hayata kalmak gibi temel bir amacı da yoktur. Alman doğa bilimci Hoimar von Ditfurth popüler bilim kitap serisi olan Dinozorların Sessiz Gecesi’nde evrenin var oluşundan ve insanlıktan bahsederken insan beyninin evrenin işleyişini anlayamayacağını çünkü insan beyninin evreni anlamlandırmak için değil hayatta kalmak için evrilmiş olduğunu iddia etmektedir ama öyküdeki süper bilgisayar hayatta kalmak için değil evrenin “anlamını” bulmak için yapılmıştı. Çoğu zaman insan merkezli bakış açısı ile (Bu insan merkezcilik de insanın rasyonel olmayışının güzel bir örneğidir aslında.) insanlar kendilerini tüm hayvanlardan ayrı tutarlar ama gerçeği algılama ve amaçlar bakımından insan hayvanlardan ayrışır mı? Çoğu zaman modern insanı hayvansal içgüdülerden öte tutsak da bu içgüdüleri temelinde hayatta kalma şansımızı artırabilmek için baskılamaktayız. Bu kurallara uyma yetimizi insanın sahip olduğu pre-frontal lob sayesinde gerçekleştirebiliriz. Yani insan yüce olduğu için hayvanlardan ayrışmadı. Olumsallık yüzünden kaplanlar uzun pençelere sahip olurken insan büyük kıvrımlı bir beyne sahip olduğu için ‘’modern dünyada’’ yaşamakta. İnsan varoluşuyla gerçeği kırmaya başlamakta. O yüzden nedenleri merak ediyoruz. O yüzden milyarlarca yılın ne kadar uzun olduğunu kavrayamıyoruz. İnsan kısıtlı algısıyla ve bu algının oluşturduğu sorularla gerçeği arıyor. Bu soruların arkasındaki fikir bence insan olmanın doğasında yatıyor.
İnsan diğer memelilere göre üstün bir kurgu kurma yetisine sahiptir. İnsanlar en fazla 150 kişilik gruplarla tam olarak arkadaşlık sağlayabilseler de kurgu yetenekleri sayesinde milyonlarca insanın içinde bulunduğu sistemler kurgulayabilmişlerdir. Devletler kurabilmiş, kendi içlerinde koordine olarak Ay’a bile gidebilmişlerdir. Bu, insanın kurgusal gerçekleri oluşturma ve buna inanma yetisinin göstergesidir. Bizler devletler, bankacılık sistemleri, karmaşık sosyal ağ yazılımları, uluslararası kurumlar ve şirketler kurabiliriz. Birbirini hiç tanımayan milyonlarca insanı aynı sisteme entegre edebiliriz. Bizler yaşayabilmek için kurgulara ihtiyaç duyar ve kurgular oluştururuz. Kişiliğimiz dahi inandığımız kurgusal bir fenomendir. Yani, insan gerçeği saf haliyle anlamlandırmaz, o gerçeği kırar ve daha iyi yaşamda kalabilme stratejileri oluşturur ama bir süper bilgisayar kurgulara ihtiyaç duymaz ve onun işlem yetisi evrenin işleyişini anlayabilecek kadar geniştir.
İnsanların süper bilgisayarı yapma nedeni anlayamadıkları ve cevabına ulaşamadıkları, nedenini bulamadıkları ya da nedeninin bir tartışma konusu olduğu bir soruya kurgusal bir cevap arama isteğiydi. Onlar kendilerine uygun, nedenlere bağlı bir kurgu arıyorlardı, gerçeği değil. O yüzden kitabı okurken okurun dahi merakla beklediği bu sorunun cevabı okur için bile bir hayal kırıklığı olmuştur çünkü okur da kurgusal nedenlere bağlı bir cevap arıyordu kendine. Süper bilgisayar cevabı hesapladığında cevabı bekleyenlere cevaptan hoşlanmayacaklarını söylemişti çünkü süper bilgisayar da cevabın insan yapısına uygun olmadığını biliyordu. Hatta süper bilgisayar sorunun anlamsızlığına da dikkat çekerek “Cevap 42 ama soruyu bilseydim bulmak daha kolay olurdu.” demiştir. Yani, Douglas Adams burada insanın anlam arama isteğinin anlamsızlığına dikkat çekmiştir. Süper bilgisayar, derin bir rasyonellikle 42 sayısını bulduğunda “Sebep aramaya gerek yok çünkü böyledir.” demiştir. Bu da yine insan nedenciliğinin bir eleştirisidir. Hikâyede Derin Düşünce rasyonelliği temsil ediyordu, ondan cevap bekleyenler ise insan doğasının nedenci, insan merkezci ve gerçeği kıran yapısını temsil ediyordu. Cevap bekleyenler gerçeği değil kendilerine uygun kurguyu arıyorlardı. Peki gerçekten de evrenin bir anlamı olmasına gerek var mı, evrenin bir nedeninin olmasına gerek var mı, belki de en önemlisi insan beyni evrenin yapısını anlayabilmek için yeterince yetkin mi?
Belki de yanılıyorumdur, evrenin kesin kurgusal bir nedeni vardır. Douglas Adams’ın kitabında ne kastetmek istediğini metinde kesin bir dille belirtiyor gibi görünsem de esasında bilmiyorum. Metindeki fikirler yazarın bize vermek istediği ana düşünce olmayabilir. Belki de metinde yazdıklarım benim kendi oluşturduğum ve inandığım kurgulardır. Bu sadece benim perspektifimden olayın incelenmesidir. Bir ‘’gerçek’’ değildir.