Hasret
Ağustos 3, 2020
Düşüncenin Gücü
Ağustos 3, 2020

Furkan Çankırı

Mücadele Etmenin Dayanılmaz Hafifliği

Bilmediğimiz kelimelerden, olgulardan ve yaşamlardan kaçınma eğilimi sergileme olasılığımız yüksektir. Çünkü bilinmezlik, korkutur. Paradoks budur ya; korku eylemimiz sayesinde evrimsel süreçlerimizi tamamlamak için yaşama bir tutam daha tutunuruz. Korkular bizi güçlendirebilir, eğer öldürmüyorsa. “Mücadele etmek” de belki sonuçları, belki süreci itibariyle beni öldüreceğini düşündüğüm bir davranıştı. Bu yüzden mücadelelerden kaçınan, mücadeleleri anlamlandıramayan, hayatını mücadele üzerine kurgulamayı istemeyen bir Furkan ile 22 yıl yaşamam gerekti. Gerekliydi çünkü şu kısa ömürde yaşamdan aldığımız her ders ve yakaladığımız her farkındalık sihirli değnekler ile değil, yaşanmışlıklar ve dostlarla beraber geliyordu. İşin içerisinde deneyim ve sevgi dolu muhabbet var ise bu pişmanlıklarımdan ziyade dolu dolu hayatın hazzını sunarak bugünlere getiren kıymetli bir geçmişi bana hatırlatıyor.

 

Önce bu konu özelinde korkularımı mı yendim, yoksa mücadele etmenin önemini mi anladım? Bilmiyorum. Bunu yaşam senaryolarımızda farklı hallerde, figüranlara bağlı olarak içkin ve dışkın olarak tanımlanabilecek bir soru olarak görüyorum. Ancak sürece dair sırasıyla yakaladığım üç temel çıktı var: İlk olarak hayatın kendisi başlı başına bir mücadeleymiş, ikinci olarak hayatım boyunca aslında birçok şey için mücadele etmişim, üçüncü olarak ise mücadeleye yönelik bu farkındalık tek bir anda oluşmuyormuş.

 

Anne karnında beslenmeye başladığımız andan itibaren mücadelemiz başlıyor. Yeterli besin ve oksijen gelecek mi sorusu ‘default’ olarak tüm yaşamımız boyunca peşimizi bırakmayacak bir mücadele olarak ilk yüklemeyi yapıyor. Benim mekanizmamda rızkı veren yaratan; ne kadar vereceği ve nasıl vereceği ise kocaman bir bilinmezlik. Buradaki bilinmezlikten korkmak yerine sana verilmiş hayatın kıymetini bilip heyecanla bir sonraki ‘level’i yaşamak ise gerçek bir hazcılık!

Tabi bu basamakları yaşamak öyle kolay değil. Simülasyonun içerisinde öylesine zorlu görevler ve karmaşık haritalar var ki, oyunu nasıl oynayacağını bilmediğinde korku mağarana saklanmak zorunda kalıyorsun. Ya da çok sınırlı bir alanda karakterinin gelişiminin önüne kocaman bir engel koyarak ‘yaşamcılık’ oynuyorsun. Peki bu leveller neden zorlu? İlginç bir hayat kurgusu içerisindeyiz. Hiçbirimiz istediğimiz karakteri ve haritayı seçmeden bu mücadelenin içerisinde bulduk kendimizi. (Bu arada belki de seçmişizdir ve hatırlamıyoruzdur, bunu düşünmek dahi haz veriyor bana.) Kimimiz daha zengin, daha sağlıklı genlerde, günümüz güzellik ve sosyal normlarına uyacak dizaynda geldi bu mücadelenin içerisine. Kimimiz her şeyden habersiz 5 yaşında belki savaştan belki kıtlıktan öleceği bir hayatın içerisinde buldu kendisini. Adaletsizliğin, sömürünün, her açıdan hak ihlalciliğinin olduğu bir dünyada mücadele etmek elbette zor. Ancak perspektifi geniş tutmak taraftarıyım; normlara uyan ve düzenin üst tabakasında yer alan bir kişinin mücadelesi sizce daha mı az? Asla. Yaşam bence herkese adil davranan bir mekanizma. Zihnim bütünsel düşünüşünde daha az veya çok acı diye bir kavramdan bahsedemiyor. Benim için anlamlı hayat olgusu, yaşanan genel geçer zenginlik kavramı ve yaşanan yıl sayısına lineer olarak kurban edilecek bir anlatı asla değil. Burada yaşam üstü mekanizmanın bilinmezliği ve her ruhun biricikliğinin önemi parantezi ile konunu dağılmasına mahal vermeden biz şu anda yaşayanlar için mücadele nedir ve neden önemlidire doğru kelimelerimizi devam ettirelim.

 

Dünyada değişim sağlamış tüm tarihi karakterlere baktığımızda hepsinin mücadelelerle geçen bir hayatının olduğunu gözlemliyoruz. Kimse günün sonundaki zaferleri totosunu yatıra yatıra elde etmedi. Başta birey olarak maddi manevi mücadeleler veriyoruz. Bunu başardığımızda ise kolektif mücadelenin kapıları bizler için aralanıyor. Ben kısaca buna dert sahibi olmak diyorum. Bir sıkıntıdan muzdarip olma eyleminin vücut bulması ile de gelsin değişimler ve devrimler! Dava adamı olmak mı? Pek bir cinsiyetçi. Biraz da radikal. Mücadele kendi içinde iradeyi ve hedef odaklılığı getirse de radikal olmak zorunda değil diye düşünüyorum. Söz konusu daima canı yaşatmak ise tahakkümden bahsedemeyiz. Zaten kolektif mücadelelerden önce herkes birey olma mücadelesini anlasa ve anlamlandırsa sanırım birçok sıkıntıyı aşması daha kolay olacaktır.

 

Birey olma mücadelesi bu zamanın öznesi olan bir ifade olabilir. Ancak hayat hem lineer hem de uçsuz bucaksız bir spektrum. Spektrumu keşfetmeyi ve lineer ilerleyişte sarmallardan faydalanmayı rejenaratif bir yaklaşım olarak görüyorum. Kendi hakkında düşünmeyen, kendini farklı pencereler üzerinden tanımlayamayan, isteklerini ve benliğini yaşamın mekanizması içerisinde konumlandıramayan bir kişiden kolektif değişimleri sağlaması için beklentiye girmek zaten fazlaca çobanlık olurdu.

 

Sor bir kendine: Ne istiyorum bu hayattan? Bu hayata ve kendime olan katkım ne? Neyin yaşaması ve katma değeri için çaba sarf ediyorum? Bunların hepsini isterken ve yaparkenki niyetim ne? Neler için mücadele sergiliyorum ve ortaya koyduğum irade ve özveri mücadelemi ne kadar yansıtıyor? Ve her şeyden önemlisi ve sonuncusu; mücadeleme ne kadar layık biriyim?

 

İçinde yaşadığın sistem elbette zalim. Ne doğduğun yer, ne genlerin, ne eksikliklerin sana başlangıçta bir fayda oluşturmuyor. Sistem ezdikçe ezilmeni istiyor ki ezenler her zaman daha da üstte kalabilsin. Ancak oturup drama queenliğe mi bağlayacaksın? Hayıflandıkça, söylendikçe hiçbir şey çözüme kavuşmayacak. Hedeflerin ve arzuların çerçevesinde (artık her ne ise) mücadele ettikçe sana açılan pencerelerden kendini ve hayatı doya doya izlemeye başlayabilirsin. Diğer bir deyişle söylenmek yerine dayatılan bütün normlara karşı mücadele vermeye başladığında ruhunun hafiflediğini hissedebilirsin. Çünkü artık birisinin nesnesi olmaktan çıkıyor ve birebir kendinin öznesi olmanın hafifliğini yaşıyorsun!

 

Tüm  bu mücadele anlatısını aktivist düzlemde ele almak istemem tabii. Başta da söylediğim gibi, hayatın kendisi zaten bir mücadele. Birey olarak normlara yönelik mücadele versek de aslında beraberinde yeni sosyal ilişkilerinin frekansı da oluşmaya başlıyor. Etrafında senin verdiğin mücadeleyi gören ve değerli bulan, hatta seninle beraber mücadele eden insanların varlıkları oluşmaya başlıyor. İşte tam da bu frekansı keşfetmek benim mücadele farkındalığımın oluştuğu andır.

Bugün beslenme düzenimizi değiştirerek ve spor yaparak daha sağlıklı ve kaliteli bir yaşam sürebiliriz. Hobimizi geliştirmek adına verdiğimiz emek mücadelesi sonucunda tutkulu bir kazanım elde edebiliriz. Profesyonel yaklaşımlarımızda daha nitelikli etki sahibi bir bireye dönüşmek için çalışma emeği sarf edebiliriz. Hepsinin beraberinde bu mücadelelere engel olmayan, bilakis mücadelemizi kolaylaştıran insanlarla hayatımızı paylaşabiliriz. Zaten enerjisi bizi iyi hissettirmeyen kişileri neden hayatımızda barındırırız ki? Elbette onlardan kurtulmak dahi bir mücadeledir.

 

Zamanla biraz daha anlıyorum ki mücadelelerimizin hepsi kendisi içinde anlamlı. Hiçbiri diğerinden daha iyi veya anlamlı değil. Onları anlamlı yapan belki de bizlerin yüklediği niyet ve yaşama dokunma çabası. Bu niyetin ve çabanın içerisinde mücadele ederken yapmamız gerekenler kadar yapmamamız gereken durumlar da var. Çünkü seçtiklerimiz kadar seçmediklerimiz de bizi biz yapan ve duruşumuzu ortaya koyan eylemlerdir. Bu da bir başka yazının mücadelesi olsun!



Paylaşmak Güzeldir:

Furkan Çankırı
Furkan Çankırı
Boğaziçi Üniversitesi'nde Eğitim Bilimci olma sürecinde. Hikâye koleksiyonerliği, psikoloji ve yürüme eylemi ile hemhâl olarak kırılgan gerçekliğinde şaşkınlıkla yol almaktadır. Tutkularından biri Eurovision olan yazarımız, dünya vatandaşlığı hayali gütse de fazlasıyla Çanakkale sevdalısı. Biraz hayatı anlama çabası, biraz beşerî kültür, biraz da ne yaşıyorsa işte. Peki ya anlatmasa? Öylesini hiç sevmedi.