Zamane Martılar
Temmuz 3, 2020
Sen
Temmuz 3, 2020

Hayatta Kalma Canavarı

Aileniz, dostluklar, iş arkadaşları, sınıf arkadaşları, eski sevgililer, eşler, aşklar, her sabah simit aldığınız simitçi, selam verdiğiniz komşunuz, çocuklarınız, anneniz ve babanız, günlerinizi birlikte geçirdiğiniz bu insanlar sizin yakınlarınız ve iletişim kurduğunuz insanlar.  Sizden bu insanları sıralamanızı istesem, ne yapardınız? Muhtemelen simitçinin hiç şansı olmazdı. Doğal olarak en çekirdeğe aileniz dediklerinizi alırdınız. Şimdi düşünmenizi istiyorum. En çekirdekteki insanı, en çok sevdiğiniz insanı düşünmenizi istiyorum. Bu insan için yapabileceklerinizin sınırını düşünün. Bir sınırı yok gibi geldi değil mi? Çünkü en çekirdeğe koyduğunuz o kişi anneniz, babanız ya da eşiniz belki de çocuklarınız sizin en kıymetliniz. Bu dünyada sizi siz yaptığını düşündüğünüz, en çok sevdiğiniz kişi. Sevginizin bir ölçüsü yok. Onun için her şeyi yaparsınız, belki de ölümü bile göze alırsınız. Peki, bu durum gerçekten de böyle mi acaba? Gerçekten en sevdiğiniz o kişi için kendi hayatınızdan bir tercih olarak vazgeçebilmeniz mümkün mü?

Bu soruya birbirini tamamlayan iki yönden cevap vermek gerekir. Bir yandan insan dediğimiz varlığın mekanizması “hayatta kalmak” fikri üzerinden çalışır. Hayatta kalmak terimini bir içgüdü olarak değerlendirenler olduğu gibi dürtü olarak tanımlayanlar da vardır. Ancak temelde, her insanın içinde yaşamaya dair son umutlar tüketilinceye kadar onu hayata bağlayan arzudur hayatta kalma isteği. Bu yüzden ister dürtü olsun ister iç güdü, bizi son ana kadar diri tutan, bizi kurtarıcı fikirlere ulaştıran, çözümler bulmaya iten ve bazen de bizleri canavarlaştıran o hissiyattır hayatta kalmak. Akla intihar eden kişiler gelecektir bu noktada. Ancak şunu unutmamak gerekir ki intihar etmek için köprüden atlasanız da dibe çökmeden hemen önce yukarı çıkmak için çaba sarf edeceksiniz. Çünkü siz istemeseniz bile beyniniz hayatta kalabilmek için siz farkında olmadan kaslarınızı yukarı doğru çalıştıracak sinyalleri gönderecektir.

Diğer yandan insan bencil bir varlıktır. Her zaman manevi ya da maddi olarak kendisinin faydasına olanı düşünmeye programlıdır. Hayatın içerisinde bencillik her ne kadar insanın yaptığı bir seçimmiş gibi lanse edilse de bu bir seçim değildir. Üstelik bu durum normalde bize aksettirilen “hep bana” bencillik algısından da çok uzakta, aslında hepimizin içten içe bildiği bir gerçek olarak karşımıza çıkar. Örneğin karşılıksız olduğu iddiasında bulunduğumuz iyilik yapma fikrini ele alalım. Birine iyilik yapmak, dini bir temelde vaadedilen cennete kavuşmak için, duygusal bir temelde karşı tarafın duyacağı mutluluk sizi de mutlu edeceği için yahut vicdanınızı susturabilmenin bir yolu olduğu için yaptığınız bir davranıştır. Karşılığında alacağınız maddi ya da manevi çıkarlar sizi iyilik yapmaya iter. Dolayısıyla en karşılıksız olduğunu düşündüğümüz iyilik yapma temasında bile aslında insanlar kendisini düşünür. Bu bencillik de kaynağını hayatta kalma fikrinden alır. Çünkü en temelde hayatta kalacak olan kendinizden başkası değildir. Bu anlamıyla bencillik hayatta kalma güdümüzün bir ürünüdür. Dolayısıyla en başta sorduğum sorunun cevabı da sizin bencilliğinizden ve günün sonunda kendinizi kurtaracak oluşunuzdan ileri gelmektedir. Çünkü söz konusu olan, o çekirdeğinizin içinde kalan en sevdiğiniz insanlar bile olsa pazarlık masasının bir ucunda sizin hayatınız asılı olduğu müddetçe kendinizi seçmeye mahkûm olacaksınız. Çünkü bu bir tercih ise eğer beyniniz kalbinizden farklı olarak sizi hayatta tutmak isteyecek. Buna son günlere damga vurmuş bir film üzerinden örnek vermek isterim: “Platform”. Açlık fikri ile yüz yüze kaldığımız bu filmde, aslında en temel güdümüz olan hayatta kalma fikri göze çarpıyor.  Yeteri kadar aç kaldığınızda ve ölüm ile burun buruna geldiğinizde, gerçek benliğimiz ortaya çıkmaya başlıyor. Belki birinci gün değil, belki ikinci gün de değil. Ama bir süre sonra açlığınızla baş başa kaldığınızda içinizde sizin kontrolünüz dışında gelişmiş ilkel bir hayvan dışarı çıkıyor. Bu hayvanın ahlaki ya da etik değerleri, duyguları, bir mantığı yok. Bu ilkel hayvanın tek düşündüğü şey sizin karnınızı doyurmak. İşte bu fikirle birlikte manzara bizim için de netleşmekte. Siz de konu en sevdikleriniz dahi olsa, bir noktada bencilce kendinizi seçmek zorunda kalacaksınız. Hayatta kalmak adını verdiğimiz güdü, bir canavar gibi en gaddar yönüyle, bencilliğin en acımasız şekliyle kurtaracak kendini. Üstelik karşısında da sizin sevdiğiniz o insanı değil en az kendi kadar korkunçlaşmış o ilkel güdüyü bulacak. Çünkü sizin kadar o en sevdiğiniz de hayatta kalmak istiyor olacak.

Peki o zaman soruyorum size. O gün geldiğinde bencilliğinizden dolayı sizi kim suçlayabilir ki?



Paylaşmak Güzeldir:

Ceren Özcan
Ceren Özcan
Kendisini bildiğinden beri konuşan, şimdilerde ise Türk-Alman Üniversitesinde hukuk okuyan küçük bir papatya. Ancak sizin bildiğiniz papatyalardan değil! Bazen bir şiir ile, bazen bir makale ile, bazen ise bir hikaye ile tüm papatyaları kuvvetlendirmek isteyen bir papatya. Herkes papatyaları kırılgan sansa da yazarımız onları savaşçı ruhlu çiçekler olarak tanımlıyor. Çünkü papatyalar siyahlaşan dünyada sarı haleler eşliğinde bembeyaz dimdik dururlar.