Paranoid Kişilik Bozukluğu: Şüphelerin Pençesinde
Haziran 3, 2020
Smallpox’dan Covid-19’a… Geçmişten Günümüze…
Haziran 3, 2020

Varsaymanın Laneti Üzerine – Özgür İrade

Gündelik hayatımızdaki birçok eylemi önce kafamızda tasarlar, sonra içlerinden bazılarını seçer ve uygulamaya koyarız. Eylemlerimizin kesişim kümelerinde dışarıdaki insanlar olsa da elimizden geldiği kadar -veya olmasını umduğumuz kadar- kontrol bizdedir. Süreci etkileyebiliyor olmanın cazibesi de söz konusu. Bizi rahatlatan diğer noktalardan biri de sirayet edebilir olmanın aynı zamanda belirsizlikleri azaltıyor gibi görünmesidir. Çünkü yetişkinler de çocuklar gibi belirsizliklerden hoşlanmaz. Çizgileri kendileri çizdikçe -ya da daha doğrusu çizdiklerini düşündükleri ölçüde- daha az huysuz olurlar. Çizgileri çizmek. Yeni büyük varsayımınıza hoşgeldiniz.

Beynimiz yapısal ve işlevsel olarak bireyi merkeze koyan bir evrimsel süreçten geçmiştir. Bu da bizleri kendi dışımızdaki birçok olay, kurgu ve kişiye karşı çoğu noktada körleştirir. Bireysellikten sıyrılıp dünya sahnesindeki herkesi perde arkalarıyla birlikte izleyebiliyor ve kişilerin başka hayatlarla olan bağlantılarını fark edebiliyor olsaydık bambaşka bir bakış açısı edinirdik. Şu anda sevgili okuyucum; seni sen ve beni de ben yapan her detayın, tekrar ediyorum, her detayın neredeyse sen ve ben dışında geriye kalan her şeyin kontrolü altında olduğunu fark ederdik. Aslında gündelik hayatlarımızın rastgele ve kontrol edilemez bir tesadüfler misinasıyla örüldüğünü de. Önce günlük hayatımızla başlayalım.

 

Geçen gün yolda yürürken kulaklığımı takmış, bir arkadaşımla telefonla sohbet ediyordum. Sohbete dalmış önüme üstünkörü bakarken bir arabanın korna ve ani fren sesini duymamla kafamı kaldırmam bir oldu. Karşımda bir araç yoktu ve korna sesi telefondan gelmişti. Normal ve umursamaz bir şekilde yürürken refleksif olarak aniden korkarak elimi kalbime götürdüm. Benim ani tepkimden endişelenen ilerideki marketin sahibi, bana doğru gelirken küçük bir kaldırım çıkıntısına takıldı. Diğer ayağının önündeki cam şişelerden üçü de devrilip kırıldı. O anda marketin adına baktım ve aniden bir anı kafamda canlandı. Marketin ismiyle aynı isme sahip bir arkadaşım vardı. Kendisiyle bir gün birlikte bir mekanda oturuyorduk. Ben de meşhur sakarlığım sonucu yine bir bardağı devirip kırmıştım. İkimizde yerde kırık duran bardağa bakıp aramızdaki bir espriden dolayı kendimizi tutamayarak uzun bir süre kahkaha atmıştık. Bir tebessümle bu an geldi gözümün önüne. Sonrasında da ona bir mesaj attım. Şimdi tam burada duralım ve soralım. Benim bu olaylar zincirindeki rollerimden ne kadarı “ben”den ne kadarı dışarıdan? Gündelik hayatta her saniye yaşanılan olayların bizim için miktarı bilinmez bir kısmı dış etkilerden beslenir. Bir eşyayı satın almaya karar verirken, belli toplumsal normlar oluşur ve süregelirken, bazı disiplinler diğerlerinden daha çok tercih edilirken de benzer bir etki mevcut. Bu tarz bir yönelme ve yönelmeme halinin yüzde kaçının bize ait olduğuna cevap vermek, kontrol anlamındaki sorgulamamıza ışık tutacaktır. 

Günlük hayatlarımızda gördüğümüz ve görmediğimiz her şey bizi etkiler. Bir karar verirken çevremizden yüzde yüz soyutlanmamız mümkün değil. Yine aynı şekilde o çevreyi tam o andaki haliyle meydana getiren tesadüfler üzerinde de yanılgıdan öteye geçmeyen bir kontrolümüz söz konusu. “Bunu ben seçtim/istedim.” gerçekliği ciddi anlamda sorgulanabilir bir cümle. Örneğin şu anda dünyada güzellik normu olarak kabul edilen özellikleri çekici buluyorsanız, bunun sizin özgür kararınız olduğunu bilebilmeniz için bu yönelmeyi ciddi bir şekilde incelemeniz gerekir. Hakeza tam tersi olsa da, bu normun dışında kalan özellikleri de beğenenin “siz” olduğunu teyit etmek gerekliliği doğar. Başka bir örnek vermek gerekirse, kişilerin vücut dilini profesyonel kullanması sonucu o kişiye dair olan bakış açımız da biz fark etmeden şekillenir. Bu da sonraki dönemlerde yaşanacak olayların karakteri üzerinde doğrudan etkilidir. Buna da en çok politika alanında şahit olabiliriz. Psikologların da klişelere konu olan “çocukluğunuza inelim” yaklaşıma bunca hevesli oluşu farkındalığımız dışındaki etkileri fark edip değiştirmemizi sağlamak üzerine kuruludur. Günlük hayattan alınan her verideki asıl bilgiyi, kirli gürültüden temizlemek gerek. Çünkü “evet” ve “hayır” dediğimiz şeyler biz büyürken çevremizden gördüklerimiz ve görmediklerimizden doğrudan etkilenir. Kısacası sonuçlar, girdi olarak aldığımız ve almadığımız her şeyin doğal bir çıktısıdır. Dikkatli bakacak olursak, bireyin her türlü duruma ve olguya yönelimi aslında sadece kendisinde tam olarak o ana kadar birikmiş olan tesadüfler kümesinin bir sonucudur. Aslında önemli olan sizin birey olarak neyi “seçtiğiniz” değil. Seçimi yapmanıza sebep olan yüz binlerce olayın doğru kombinasyonla o anda sizde birikmiş olmasıdır.  

Dikkat edilmesi gereken nokta, tek bir tesadüfün değil bir kümenin gücünün söz konusu olduğudur.  Çünkü büyük değişimlerin tek bir büyük sebepten kaynaklandığını varsayarız. Oysa değişimi yaratan detay çoğu zaman bir kuş tüyü karakterindedir. Bir sürü tüy birikene kadar başımıza düşüşünü hissetmeyiz bile. Hissettiklerimiz içinse formül basit. Yeter ki, doğru yer-doğru zaman-doğru insan üçlemesini tutturabilmiş olsun. Dikkatimizi çeken denk gelişler bunu tutturabildiği ve “Geçen gün çok ‘ilginç’ bir tesadüf oldu.” cümleleri sarf etmemize sebep olduğu için gözümüze batar. İlginç bir bağlantı daha yapmak gerekirse, reklamcılık sektörünün bu kadar güçlü bir alan olmasının arkasında da bu yatar. Bu bağlantı önceki benzetmenin bir karakterinden beslenir. Kuş tüyü alegorisini seçmemin diğer bir nedeni de tüylerin havada süzülürken izleyecekleri yolu öngöremiyor oluşumuzdu. Bu sektörde de temele inersek aslında tüm amaç, düşüşleri öngörülemez bu silsileyi (yani denk gelişleri) birazcık kontrol edebilmektir. Çünkü kişilere girdi olarak gelen ve gelmeyen her bilgi aslında birer bilinçsiz yönlendirme içerir. Bilinçsizliği yönetmekse bu bağlamda gerçek bir güçtür. Sonuç olarak bizim seçimlerimizden doğrudan bağımsız bir sürü şey başımıza gelir. Hayatlarımızı yönlendiren oluşlar sürekli bir şekilde bizi günceller. Bunun kontrolünün dilediğimiz kadar bizde olduğunu iddia edebiliriz. Ta ki tüm dünyayı bir anda saran bir virüs salgını hepimizi evlerine kapatana kadar.

 

Bunu kabul etsek bile, üstümüze 24 saat boyunca dış kaynaklı olaylara verdiğimiz bizi yönetme yetkisinin yüzdesini kontrol edebiliyor olmalıyız. Hatta ediyor olmamız gerek. Hayatlarımızı oluşturan elementlerin dışarıdan gelen hissedilemez tesadüflere açık ama etkilerinin bizim kontrolümüzde olduğunu düşünürüz. Bu bizi rahatlatır. Yoksa özgür irade denen şeyi bu yapbozun başka neresine koyabiliriz ki? O zaman kendimizi inceleyelim biraz da.

 

Şu anda masamda oturmuş çayımı yudumluyorum. Dışarıda kuşlar cıvıldıyor ve bunun rahatlatıcı etkisiyle daha berrak baktığımı hissediyorum. Arka planda hafif bir müzik çalıyor – On the Nature of Daylight- ve koşuşturan zihnimi sakinleştiriyor. Bu şarkı bana oldum olası hüzünlü sonbaharın beyaz halini çağrıştırır. Şimdi de kendimi, böyle bir güzün vereceği olası hissi hayal ederken yakaladım. Yine burada duralım ve geri saralım. Neden çay içiyorum, neden arka planda çalan şarkının içindeki klasik müzik aranjmanı beni mutlu ediyor ve neden dinlemek için diğerleri arasından bu şarkıyı seçtim, neden aklıma o mevsim ve beyaz renk geldi? 

Zihnimizde kavramların çok büyük çoğunluğu daha önceden kaydedilen diğerleriyle sinaps dediğimiz bağlantılar oluşturarak yer ederler. Bağlantılarla kelimeleri anlamlandırırız. Bazı kelimelerin kokusu, bazılarının sesleri, bazılarının parlaklığı vardır. Örneğin “mavi” kelimesi. Beş saniye durun ve mavi sizde neler uyandırıyor düşünün. İstisnai bir yaşanmışlık birikiminiz yoksa “mavi” size kötü olarak addedebileceğiniz hiçbir şey çağrıştırmaz. Çünkü doğada da (evrimsel arka planı incelemek gerekirse) günlük hayatlarımızda da “kötü” kavramının “mavi” ile yaptığı sinaps sayısı yok denecek kadar azdır. Genetiğinizde ve tecrübelerinizde bu kelimenin tehdit veya tehlike unsurunu çağrıştırmasına dair bir veri -ilkel çağlardan günümüze- kayıtlara neredeyse hiç geçmemiştir. Bu nedenle de “mavi” istatistiksel olarak dünya üzerinde en sevilen renktir. Yine aynı nedenle “mavi” psikolojik olarak güven veren renk olarak geçer. Tehlike ve tehdit içermez. Facebook, Twitter ve birçok büyük bankanın da mavi ağırlıklı temalar tercih etmesinin altında “mavi”ye ait olan bu özgeçmiş hikayesi vardır. Her kavramın, sinapslar yaptığı birçok başka kelime bulunur. Bu sinaspların da özgün yoğunlukları vardır. “Mavi” denildiğinde aklınıza gelen ilk 5 kelime de büyük olasılıkla en yoğun bağlantıların oldukları olacaktır. Tüm bunların kişiliklerimiz, tesadüfler ve özgür irade ile bağlantısına gelelim.

Doğduğumuz andan itibaren bilişsel gelişimimiz genetik hafıza denilen altyapının dışarıdan gelen girdilerle beslenmesi şeklinde vuku bulur. En basit teorik tanımıyla genetik hafıza, bir canlının öğrendiklerini genetik olarak çocuğuna aktarmasıdır. Pratik olarak ise herhangi bir yerden henüz edinilmemiş veya deneyimlenmemiş bir bilgiyi kullanabilme yeteneğidir. Bir yerden düşmediği halde yükseklik korkusu olan veya yüksek sese normal addedilenden daha fazla tepki veren birilerini tanıyor olabilirsiniz.  Bir yaşanmışlık olmadan klostrofobi veya tripofobi sahibi kişilerin olması da genetik hafızanın bir sonucudur. Mevzubahis hafıza kişilerin eş seçiminden seçtikleri mesleklere kadar söz sahibidir. Bu doğuştan gelen genetik bilgi, bireye tombaladan çıkan sayılar gibi rastgele dağıtılır. Bireylerin işletim sistemlerine tabiri caizse varsayılan olarak gelen bilginin yarattığı fark ise ciddi bir boyuttadır. Buradaki tesadüf çınlamasını duyabildiğinizi düşünüyorum. 

Bireyin iç dünyası için dışarıdan gelen girdiler de bireyin oluşumunda korkunç bir çeşitlenme hali yaratır. Daha anne karnında dışarıdan duyduğumuz seslerden tutun da kendi ses tonumuzu ilk duyduğumuz ana kadar ufacık bir farklılık bile ciddi bir uçurum yaratır. Aynadaki görüntümüzü ilk defa deneyimlediğimiz anda bulunduğumuz zihin ve ruh halinin şekillendirdiği benlik bilinci gibi çok kritik şeylerden bahsediyoruz. Sayısı sonsuza giden bir detaylar bütünü bizi yavaşça yapılandırmaya başlar. Dışarıdan gelen her bilgi kendinden öncekilerin yarattığı yığışımlı ruh ve bilinç haliyle bizdeki dış dünya kurgusunda değişiklik yaratır. En sevdiğiniz yemek; sizin onu özgür iradenizle seçmenizden dolayı en sevdiğiniz yemek değildir. Küçüklüğünüzden gelen yemek kültürünüzden, o yemeği ilk defa tadarken o gün başınıza gelen olayların sebep olduğu ruh halinden -ki bu olaylar da tonlarca başka tesadüf sebebiyle vuku bulmuştur-, o an çevrenizdeki kişilerden, bulunduğunuz ortamdan ve daha nicesinden dolayı en sevdiğiniz yemektir. Burada hem sizi oluşturan hem de hayatınıza giren tesadüfler birbirine karışır.

Kontrolün bizde olması -diğer bir deyişle çizgileri çizmek – rahatlatıcıdır. Fakat gerçek hayatlarımızda, kişiyi kendi yapan olayların özneden bağımsızlık seviyesini derinlemesine düşünmeliyiz. Günlük hayatın da bunu sürekli değiştiren bir güncellemeler serisi olduğunu görecek olursak, kontrol arzumuzun ve tutkumuzun realistik düzlemdeki karşılığına karar vermeyi, sevgili okuyucum, sana bırakıyorum.

 

Daha gerçekçi bir fikre kadar, hayatlarımızı ve iç dinamiklerimizle bizi meydana getirenlerin tesadüfler olduğunu varsayalım. Bu aşamada, bu etkilenme haline neden bu kadar kör olduğumuzu sormak da makul olacaktır. Cevap basit. Çünkü varsaymanın laneti söz konusudur. Çünkü kontrol ettiğimizi varsayarız.

 Kuş tüyü tadındaki detayların dikkatimizi çekmesi için çok dikkatli bakmamız gerekir. Telefonda konuşurken karşımdaki marketin adının başka bir arkadaşımın adıyla aynı olması ve yine bir şeylerin kırılması çok “ilginç” bir tesadüftü. Ama daha ilginci -bu olay üzerine düşündükten sonra fark ettiğim üzere- tüm bu zincire sebep olan telefon görüşmesine de yine bambaşka olaylar zincirinin sebep olmasıydı. Eğer ben penceremden bir kız çocuğunun kahkahasını duyup dışarı bakmamış olsaydım dışarı çıkmak aklıma gelmeyecekti. Çıkarken arkadaşımı da kendi şehrinde bir yürüyüşe çıkmaya, bir telefon görüşmesi ile ikna edemeyecektim. O da kendi kurgusunda işlek bir yolun yanına gitmesine sebep olan şeyleri yaşamayacaktı. Korna sesi de hiç duyulmayacaktı. Ya ben neden o an pencerenin karşısındaydım, neden o küçük kız kahkaha atmıştı, arkadaşım neden oradaydı, sürücü neden korna çalmıştı, neden adamın ayaklarının önünde boş cam şişeleri vardı, neden marketin adı oydu? Olayların tüm sebeplerini bilmek bizim gibi daha uzay-zamanı çok yeni keşfetmiş bir tür için fazlasıyla cüretkar bir istek olacaktır. Şu sonuca varabiliriz ki, dikkatimizi çeken denk gelişlerin hayal edemeyeceğimiz kadar fazlasını sürekli yaşıyoruz. Hatta ben denk gelişlerin hayatımız üzerindeki etkileri konusunda en uç noktada olduğumu söyleyebilirim. Bence denk gelişlerden başka yaşadığımız çok da bir şey yok. Farkında olmayışımız, bizim için görünmez fakat yaşanan ve yaşanacakların asıl sebebi olan tesadüflerin olmadığını göstermez. Sadece bizi gördüğünü zanneden körler yapar.

 

Bu fikir zinciri; hangi karar, duygu ve düşünce söz konusu olursa olsun bunun bireyin iradesinden bağımsız gerçekleştiğini savunduğum hissi verebilir. Ve evet, tam anlamıyla bunu yapmaya çalışıyorum. Dizginlenebilir hayatlarımız olsaydı, diğer bir deyişle tesadüfleri denklemden çıkarabilseydik herkesin istedikleri olurdu. İstek ve çabalar varsa “başımıza bir şey gelmeden” o doğrultuda dümdüz ilerleyebilirdik. Hatta tesadüfleri denklemden çıkarırsak o düz yol bile olmazdı. Çünkü o çizgiyi çizen de yine tesadüflerin yarattığı benliklerimizdir. Ama biliyoruz ki burada, yeryüzünde işler böyle yürümüyor. Çünkü kontrol bizde değil, çünkü kontrol kimsede değil. Hatta kontrol bizden başka her şeyde bile olabilir. Öte yandan kontrolden bağımsızlık hali, hayatı ve bireyi asla anlamsız veya gelişigüzel kılmaz. Tam tersine nasıl olduğunu görmesek de detay detay işlenen dünyamızı eşsiz kılar. Çünkü her küçük olay kendinden önceki milyonlarcasının o andaki kombinasyonun doğal bir sonucudur. Yani yaşamlarımız ve “ben” olarak addettiğimiz şeyler de birer sonuçtur. Zaten günün sonunda hayat ve birey dediğimiz nedir ki? Sadece kendine has birer tesadüfler zinciri. Yine de siz hala “özgür irade”nizle hayatınızı yönlendirdiğinizi varsayabilirsiniz elbette.



Paylaşmak Güzeldir:

İlayda Küçükafacan
İlayda Küçükafacan
Çocukluğunu doğusundan batısına 7 farklı şehirde geçiren İlayda, kendini bir öğrenme tutkunu ve bibliyofil olarak tanımlar. Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği “öğren”cisi, iflah olmaz bir meraklı ve maceraperesttir. Politika, ekonomi, psikoloji ve bilimum başka disiplini karıştırıp "toplum mühendisliği" yapma yolunda emin adımlarla ilerlerken sistem dinamiği ve modelleme alanında derinleşmektedir. Bu sebeple kendisini sürekli bir şeyler anlatırken ya da bir şeylerle uğraşırken bulabilirsiniz. Yazıları çok bilmiş gelebilir ama aslında sadece “kendi dünyası”nı tasvir etmektedir. "Yazar burada ne demek istemiş?" derseniz bir kahveye kapısı her zaman açıktır.