Hüma
Haziran 3, 2020
Kaçış 2
Haziran 3, 2020

The Last Dance’ın Ardından

Basketbol severler olarak heyecan verici bir 5 haftalık süreci geride bıraktık. NBA’nın, Euroleague’in ve bütün ulusal liglerin askıya alındığı bu süreçte her Pazar gecesini heyecanla bekledik. Uzun zamandır hazırlanan ve yazın gösterime sokulması planlanan The Last Dance belgeseli, mevcut pandemi krizinden ötürü erkene çekildi ve Netflix & ESPN ortaklığında hafta başı 2 bölüm olmak üzere 10 bölüm gösterilerek nihayete erdirildi. Sporun her çeşidine harman kaldığımız şu günlerde bu çalışmanın ilaç gibi geldiğini söyleyebilirim. Zira her hafta büyük bir ilgiyle izleyip arkadaşlar arasında ve sosyal medyada geyiklere dâhil olmak basketbolseverlere epey güzel bir nostalji hissi yaşattı.

Belgesel, Chicago Bulls’un 8 sezonda 6 NBA şampiyonluğu kazanmış efsane kadrosunun son sezonuna odaklanıyor. Genel olarak iki ayrı zaman diliminde geçiyor dizi-belgesel: Ağustos 1997 – Haziran 1998 arasındaki sezonun zaman zarfını odağına alan belgesel, her bölümünde sürekli flashbacklerle Kasım 1984’ten itibaren ki süreci de mercek altına alıyor. Sadece 1984’e kadar olan süreç de dâhil edilmiyor, özellikle ön plana çıkan oyuncuların hikâyelerinin de dâhiliyle 1970’lere kadar uzanıyor zaman periyodu.

Her sezona bir isim koymayı seven koç Phil Jackson 1997-1998 sezonu için koyacağı isimden emindi: The Last Dance. Adı üzerinde son dans olacaktı bu sezon. Neden mi? Takımın GM’si (operasyonlardan sorumlu Genel Menajer) Jerry Krause, sonraki seneye takımın geniş ölçekte bir yapılanmaya gideceğini ve mevcut efsane kadronun son sezonu olacağını açıkladı. Takıma bütün şampiyonluklarını kazandırmış efsane koç Jackson, Krause’un deyimiyle 82’de 82 galibiyetle sezonu tamamlasa dahi görevine son verilecek; sonraki sezon başka bir koçla yola devam edilecekti. Taraftarları ve kadroyu şoke etse de bu karar, yönetimin tavrı netti: Kadroda ve teknik ekipte yapılanmaya gidilmesi şarttı ve bu karardan dönüş olmayacaktı. Zaten ince buz üzerinde seyreden oyuncular-idare arasındaki halatlar böylece iyiden iyiye koptu. Oyuncular bu sezonun son dem olacağının farkına varmış, birbirlerine daha sıkı sıkıya kenetlenmişlerdi. Altıncı şampiyonluğu kazanmaları için şimdi apayrı bir motivasyona sahiptiler.

Chicago şehriyle ve Bulls organizasyonuyla özdeşleşen Michael Jordan, Jerry Krause’a savaş açanların başını çekiyordu. Bu tavır almada, Krause’un “Şampiyonlukları kurumlar kazanır, oyuncular veya koç değil” sözleri epey bir etkiliydi. Krause sonradan sözlerinin çarpıtıldığını iddia etse de ok yaydan çıkmıştı bir kere. Draması bol olacak bir sezon başlıyordu. Michael Jordan, sezon sonunda Phil Jackson ayrılacak olursa başka bir koç altında oynamayacağını söylüyordu ve ikinci emekliliğinin sinyallerini veriyordu. Biraz da “battı balık yan gider” edasıyla, ESPN kanalından bir çekim ekibinin sezon boyunca soyunma odasında, takımın o dönemki antrenman tesisi Berto Center’da ve hatta kendi kaldığı otel odasında dahi çekimler yapmasına müsaade etmişti. Çekimler sonunda ortaya derya deniz bir kayıt arşivi çıkarmıştı ve bu arşiv “The Last Dance”in belkemiğini oluşturdu.

Çoğunlukla Jordan üzerine odaklanan ve onun onayıyla gerçekleşen belgesel, tabii ki Jordan’ı merkezine alıyor ve onun çevresindeki Bulls’u konu ediyor. Gazeteciler, Bulls oyuncuları ve pek çok basketbol insanından müteşekkil zengin bir röportaj havuzu oluşturulmuş: Bulls dışından Kobe Bryant, Magic Johnson, Isiah Thomas hatta Barack Obama gibi önemli kişilerin de belgeselin anlatısına katkısı olmuş. Dennis Rodman, Scottie Pippen, Phil Jackson, Steve Kerr ve Toni Kukoc gibi takımın önemli yapıtaşlarının yaşam öykülerine de yer veren belgesel, kişisel olarak çoğunlukla Jordan’ın basketbol ve özel hayatına odaklanmış olsa da bütün bu profillerin tasviri harika yapılmış ve oyuncuların insani tarafını da izleyicilere böylece hissettirdi.

Spoiler vermekten olabildiğince imtina etmekle beraber şunu söyleyebilirim ki bu yapım, hikâye anlatıcılığının çok başarılı bir örneği. Özellikle sosyal medyanın var olmadığı ve takım içinden havadislerin gazeteciler yoluyla ancak öğrenilebildiği bir dönemde bu kadar geniş ölçekte konuların ortaya dökülmesi, lig tarihinin belki de en iyi oyuncusunun önderliğindeki bu harika ekip hakkında kafalardaki noksanlıkları giderdi ve kimi muallâkta kalmış hususlara yeni boyutlar getirdi. 10 bölüm yayınlanacak olması, en başta insanları belgeselin ana konudan dağılacak olması endişesine itse de bütün bölümler birbirinden zengin ve isabetli olmuş.

Bütün bunları söylemekle birlikte şu da unutulmamalı ki The Last Dance’e subjektif demeçler yön veriyor ve onu mutlak bilgi kaynağı olarak temel almamamız gerekiyor. Düşman gibi hedef tahtasına oturtulan Isiah Thomas ve Jerry Krause gibi isimlerin özellikle kötü yansıtılması, pek çok izleyiciyi manipüle etti ve ahlaki açılardan soru işaretleri oluşturdu. Özellikle Krause’un, hanedanın dağılmasının baş müsebbibi olarak gösterilmesi ve belgesel boyunca topa tutulması açıkçası acımasızca. Her ne kadar egosu ve iletişim problemleri onu çekilmez yapsa da Bulls organizasyonunu yönetim becerileriyle sıfırdan inşa etmiş ve Jordan’ın çevresini daima iyi oyuncularla donatmış olan birinin böyle tek taraflı yansıtılması, MJ’nin kişisel hıncını fazlasıyla hissettirdi (Bu konuda daha fazla yazmak yerine Mert Aktaş’ın Krause’un bakış açısını çok iyi yansıttığı bu bilgiselini tavsiye ederim: https://twitter.com/MeteAktas76/status/1262701646196420609 )

Bizi belli algılara sevk ediyor olsa da farklı perspektiflerle anlatının çorba edilmemesi aslında hikâyeyi berrak ve akıcı kılıyor. En nihayetinde bu bir akademik makale veya tartışma programı değil hikâyeye endeksli bir belgesel ve tek taraflı olduğu kadar duygularla yüklü akış belgeseli tadından yenmez kılıyor. Michael Jordan’dan bağımsız bir Bulls belgeseli elbette hayal dahi edilemez ve bir yerden sonra anlatılan olayların onun perspektifince aktarılacağı da kabul edilebilir olmalı.

İyisiyle kötüsüyle, heyecan verici bir 5 hafta yaşamış olduk. Pek çok basketbol severin doğumundan önce gerçekleşen bu olaylara; yaşayanlar ve bilenler daha da vâkıf oldu, yaşamayan biz yeni nesil de birincil kaynaklardan bu macerayı tanımış olduk. Tartışmalar, geyikler, yalanlamalar sürer gider fakat şu bir gerçek ki Jordan bize yeniden kendini ve mirasını hatırlattı; umutsuzluklar ve belirsizliklerle dolu şu günlerimizi de şenlendirmiş oldu.



Paylaşmak Güzeldir:

Yunus Emre Kala
Yunus Emre Kala
Bilgi Üniversitesi Ekonomi bölümü öğrencisi olan Yunus Emre, bu disiplinde akademisyen olmayı hedefliyor. Futbol, sinema, müzik, tarih, basketbol, edebiyat, sosyoloji gibi çeşitli alanlara ilgi duyan yazarımız yazılarını da bu konular etrafında şekillendirmeyi planlıyor. Yazarımızın yaşam misyonunu şöyle açıklıyor: Birçok alanda kendini geliştirebilmek ve bunu yaparken de keyif almayı ihmal etmemek. Kendisinin en büyük idealiyse, fikirlerinin ve söylediklerinin insanlara tesir etmesi ve onlar tarafından yaşatılması.