Seccadenin üzerinden usulca kalktı. Pencerenin önüne yaklaştı ve henüz aydınlanmamış gökyüzüne baktı. Bakışlarını yavaş yavaş aşağı indirdi ki mahalle arasında dolaşan bekçileri gördü. İki kişilerdi. Kasklarındaki neondan hemen fark edilen bekçilerden biri, elini zırhının önündeki cebe götürdü bir paket sigarayı çıkardı. Kırmızı ışık saçan sokak lambasına dayandı. Bekçi, sigarasından diğer bekçiye de uzatırken kırmızı sokak lambasına takılı kaldı onun gözleri. Geceleri sokağa çıkma yasağı geldiğinden beri cehennem gibi kızıldı sokaklar. O, kırmızı ışınları takip ederken fark etmemişti; bekçilerin onun odasını aydınlatan beyaz ışığı fark ettiğini. Hızla pencereden geri çekildi ve lamba anahtarına dokunup odayı karanlığa boğdu. Ancak kapısında yumrukları duyduğunda geç kaldığını anlamıştı.
Sakin olmaya çalışıp kapıya yöneldi. Evi tek odalıydı. Onlar kapıdan baktıklarında bile tüm odayı görebilecekleri için dönüp bir kontrol etti. Sehpasının üstünde duran kitaba uzanıp hemen yatağının altına attı. Ciğerlerini hava ile doldurdu ve kilidi kaldırdı.
Bekçilerden kısa olan, o daha kapıyı tam açamadan, omzu ile kapıyı sonuna kadar ittirdi. Onun ardındaki bekçi avcunu diz kapağının biraz üstüne bağlanmış kemere götürüp “Kimliğini görebilir miyiz?” dedi, daha yumuşak olduğunu belli edercesine. Kısa bekçi odayı turlarken, yutkunarak onun yanından geçti ve sandalyesinde duran ceketine uzandı. Titreyen elleri ile kimliğini almaya çalışırken aynı cepte duran iş kartını yere düşürdü. Henüz kendisi eğilememişti ki kısa bekçi yerden kartı kaldırdı. Kaskının üstünde duran küçük kameranın flaşına yaklaştıran Bekçi:
-Demek santralde çalışıyorsun…
Baştan ayağa onu süzdükten sonra “İyi…İyi.” diye ekledi ve kartı masanın üstüne bıraktı. Hala kapının önünde duran bekçi:
-Neden bizi gözetliyordun?
-Gö..Gözetlemiyordum.
-Ne yapıyordun peki?
Bu sorgulama onu iyice tedirgin etmeye başlamıştı. Aslında tedirginliğinin en büyük sebebi, bu gibi anlarda, yanlış anlaşılmalar sonucu hayatını kaybeden vatandaşların olduğunu bilmesiydi. Durdu ve bir anlığına düşündü. Doğru bir cevap vermek istedi, odada gözünü gezdirirken seccadede bakışları sabit kaldı.
-Sadece camdan bakıyordum…
Kısa olan bekçi:
-Bu saatte mi?
Tekrar yutkundu ve sonunda aklındakini söyledi.
-Namaza kalkmıştım.
O bu cümleyi kurarken ezan sesi girdi araya. Kısa olan bekçi yakasına yapışıp:
-Ezan bile daha yeni okunuyor. Yalan söylüyorsun. Sen bizi aptal mı sandın? Söyle ne planlıyordun?
Bekçi bağırmaya başlamış ve çenesini tırtıklı duvara yapıştırmıştı. Kalbi ağzından çıkacak kadar hızlı atmaya başlamıştı şimdi onun da. Kendini savunamıyordu bile. Bekçi onu daha fazla duvara yaklaştırırken, o konuşmaya çalışıyordu.
-İms..imsak…
Bekçinin tükürükleri yüzünü yalıyordu şimdi. Konuşabilmek için açmaya çalıştığı ağzına tükürük dolduğunu hissetti. İçindeki korkunun şekli değişmeye başlamıştı, yumruğunu duvara bastırdı. O anda kapının önündeki bekçi, üzerindeki bu adamı çekiştirdi.
-Bırak adamı da gidelim.
Ayağının ucuyla kapıyı kapattı. Lavaboya uzanıp dakikalardır yutkunmadığı için ağzında biriken tükürüğü attı. Musluğu açtı ve lavabonun üzerinde minik aynaya doğru eğildi. Çenesindeki küçük sıyrıkların kanını temizledi. Birkaç dakika nefes aldıktan sonra yatağına yöneldi. Mesai saatine kadar uyumak istedi.
***
Kapı zilini duydu uykusunun arasında, “Cem neredesin, hadi geç kalıyorsun!” diye bağıran arkadaşının sesini tanıdı.
Arkadaşı onu uyandırmak için pencereyi de yumruklamaya başlamıştı. Panikle gözlerini araladı. Hızla yataktan kalktı ve kapıyı açtı. Maskeli suratını kapıdan uzatan arkadaşına baktı. “Ne bakıyorsun aval aval hadi!” dedi arkadaşı ve onu beklemeden arkasını dönüp gitti.
Onun ardından maskesini alıp kapıyı çekti, çıktı. Servis sırasına geldiklerinde servisi bekleyen bir polis aracı vardı yine. Onlara virüs sebebiyle sağlık kontrolü yapılması için aracın kapısında bekleyen bir sağlık personeli ateşlerini uzaktan ölçüyor, parmak ucuna batırdığı minik bir iğneden kan alıp hepsinin isminin olduğu tüpe koyuyordu.
Sıra yavaş yavaş ilerlerken arka taraftaki bir işçiden öksürük sesleri duyuldu. Cem boynunu çevirip göz ucuyla olan bitene baktı. İşçinin öksürürken maskesi düşmüştü, bunu fark eden bir polis memuru hızla sıranın arkasına ilerledi. “Sizin gibiler yüzünden hala geberiyoruz hastalıktan.” diye söyleniyordu bir yandan.
İşçiye yaklaşan Polis memuru, uzaktan ateşini ölçtü. Dereceye bakmasının ardından diğer polislere işaret etti. O sırada tedirgin olan adam polisten uzaklaşmaya ve yalvarmaya başladı. Polis ise eklem kemiğine tekme attığı adamı dizinin üzerine düşürüp ekip arkadaşının getirdiği uzaktan bir bel kelepçesi ile otomobile taşıdı.
Cem, adamın dezenfeksiyon durağına götürüldüğünü umarak onları gözledi, ancak herhangi bir kargaşada olayı izlemelerine izin vermiyorlardı. Cebindeki anahtarı yavaşça arka tarafına doğru düşürdü ve eğilirken göz ucuyla ekip aracını takip etti. Araç sokağın başında duran dezenfeksiyon durağını geçti gitti. Cem ayağa kalktığı sırada ön taraftaki arkadaşı ile göz göze geldi ve başını belli belirsiz sağa sola salladı. Bu, o işçiyi bir daha göremeyeceklerini bildiklerindendi.
Servis santrale doğru ilerlerken yolu aniden eylemciler kesti. Şoför fren yapıp, arkadan takip eden polis aracının onlara müdahalesini bekliyordu.
Hayatlarınız daha değerli, Salgın sonumuzu getirmedi Nükleer getirecek gibi süslü sözler yazan pankartları servise fırlatan eylemciler, polisin ateş etmesinden kaçabilmek için motosiklet üzerindelerdi. Sonunda polis müdahalesinin ardından servis yoluna devam edebilmişti. Şoför yola devam ettiği sırada, servisteki işçiler de eylemcileri kınayan bazı cümleler kuruyordu.
***
Öğle yemeğine çıktıkları sırada Cem arkadaşı ile sohbetteydi. Avrupa’nın son durumundan, kriz sonrası düşen hükümetlerden ( İspanya, İngiltere, İtalya) bahsediyorlardı. Ancak Rusya’daki eylemin son durumundan bir haber oldukları için; Rusya’dan (hala öyleyse), Rusya’daki devrimden etkilenerek oluşan Avrupa’daki kolonilerden ya da Fransa’da başlayan eylemlerden bahsedemiyorlardı. Çin Komünist Partisinin akıbetinden ya da Amerika’nın kaç parçaya bölündüğünü konuşurken Küba’dan söz etmeleri çok tehlikeliydi. Onların konuşmasına dahil olan bir arkadaşları o sırada:
-Rusya’daki devrim başarılı olmuş, komünizm…
-Sus!
Cem onu anında susturdu. Etraftaki güvenlikleri kontrol ettikten hemen sonra onların yanından ayrılarak sıraya girdi. Yemek sırası ona gelene dek nefesini tuttuğunun fakında değildi.
Masaya oturduğu sırada az önce susturduğu arkadaşının yanına giden güvenlikleri fark etti Cem. Neler olacağının anlamıştı bile. Adamı gömleğinden çekiştirip yere yapıştıran görevli, elindeki job ile ona vurmaya başladı. Tüm yemekhanede önce adamın attığı komünizm nidaları duyuluyordu, ardından polisin vurduğu tekmeyle acısı yüzünden çığlıkları. İşçilerin çoğu birer birer izlemeyi bırakıp yemeklerini yemeye koyulmuştu. Cem ise dayak boyunca dirseklerini masaya koyup gözelerini yemeğine dikti. Sonunda ses kesildiğinde kafasını kaldırdı. Birkaç dakika sonra yemeğinden bir lokma bile almadan kalktı.
Koğuşlara yakın olan tuvalete gider iki dal sigarasını sarar, elleri cebinde tel örgüleri takip eder ve parçalanmış hurdaların durduğu toprak birikintisinden oluşmuş küçük tepelerin arasındaki bu kuytu köşeye varırdı her günün öğle paydosunda. Tepelerin arkasında yıkık bir duvar vardı. Kameraların görüş alanı dışında bir yer tespit edene dek, tütün içerken defalarca yakalanıp dayak yemişti ama sonunda bu köşede fark edilmediğini öğrenmesi bir yıldan uzun sürmüştü. Çabaları sonuç vermişti sonunda. Yemekten sonra kendini sakinleştirmek için bir dal sigara içebileceği bir köşeye kavuşmuştu.
Duvarla tepenin arasına cılız bedeniyle sokuldu yine, topuklarının üstüne çöküp dudaklarının arasına bir dal sigarayı sıkıştırdı. Kibritini çaktığı sırada gelmişti mola partneri de yanına. Mola partneri duvara sırtını yasladı ve sağ elini ona uzattı. Cem de onun için sardığı ikinci dalı ve kibriti verdi eline.
Bundan yaklaşık 3 ay önce yine buraya sigarasını içmeye geldiği sırada hemen arkasından biri gelmişti. Yakalandığını düşünüp hızla elini tütün olan cebinden çekmişti ki gelenin bir güvenlik görevlisi değil de burada çalışan bir kadın olduğunu görünce şaşırmıştı. Bakakalmıştı kadının yüzüne. Solgun benizli bu kadın gözlerini dikmiş tütün olan cebine bakıyordu. O zaman anladı kadının neden burada olduğunu. Belli ki yakalanmıştı ancak güvenliğe değil. Belki de birkaç gündür bu kadın tarafından takip edilmişti. Onu şikâyet etmediği için bir teşekkür sigarası sarıp kadına uzattığı günden beri burada her gün aynı saate bir dal sigara içip ayrılıyorlardı.
Hiç konuşmadan sigaralarını tüttürdüler yine. Kadın, sırtını duvara dayayıp hızlı hızlı nefes alarak bitirdi sigarasını. Hızlı ve derin. Aynı şimdi yaptıkları gibi 3 aydır her gün yapmışlardı bu ritüeli, oysa hala isimlerini bile bilmiyorlardı birbirlerinin. Üniformalarında bulunan dinleme cihazı tehdidine karşılık ikisi de bir kelime bile etmediler bu kadar zaman.
Bazı geceler bu kadına bir isim bulmaya çalışırdı Cem, kaç yaşında olduğunu tahmin etmeye zorlardı kendini ancak yapamazdı. Saçlarını bile hala görmemişti kasketin altından. Kadın derin nefesler alırken sigaradan, Cem ise bazen boynunu yukarı kavislendirip birkaç saniye izlerdi onu.
Sigarasından son yudumu alıp ayağının ucuyla toprağa gömmüştü bile yine kadın. Hep ondan hızlı içerdi ya da Cem daha yavaş içmeye özen gösteriyordu belki. Sigarayı gömdükten sonra kadının hala ayrılmadığını anlayınca şaşkın şaşkın kafasını kaldırdı Cem.
Bu soluk benizli kadının cılız dudakları vardı. Şimdi o cılız dudak kıvrımlarının yukarı kalkmaya çalıştığını gördü. Belli ki ona teşekkür etmeye çalışıyordu. Pek başarılı olamamıştı kadın, ama Cem’e yetmişti. Gece rüyalarında o gülücüğü tamamlayacaktı nasılsa.
Kadının ardından son nefesini çekti Cem ve geldiği yönün tam aksine doğru giderek koğuşların arkasından dolaştı. Mesaiye döndü.
* Bu bir Gelecek Tasavvuru ya da Günümüz Tahhayüllemesi değildir.