25 Ocak 2020. Batı Konferansı lideri Los Angeles Lakers, Wells Fargo Center’da Philadelphia 76ers’a konuk oluyor. Fark zaten açılmış ve Sixers maçı kazanmaya yakın. Lakers açısından bu mağlubiyetin aman aman bir önemi yok: 2,5 ay sonra muhtemelen konferanslarını birinci tamamlayacaklar ve Play-off’lara geçiş yapacaklar. Seneler sonra kat etmiş oldukları bu aşamaysa; Lakers organizasyonunun geleceği ve aynı şekilde bu sezonki şampiyonluk iddiaları adına fazlasıyla umut vericiydi. Fakat maçı anlamlı kılan detay, takımın yıldızı Lebron James’in; aynı organizasyonun efsanesi Kobe Bryant’ın 33643 sayı toplamını geçmesiydi. Maçı memleketi Philadelphia’da takip eden Kobe, senelerce rakip olarak karşı karşıya oynadığı, kıyaslandığı “King” LeBron James’in kendi takımının formasıyla kendi rekorunu kırmasını oldukça olumlu karşılıyor, maç sırasında onunla el sıkışıp onu tebrik ediyordu. Egoist ve rekabetçi kişiliğiyle tanınan Kobe’nin “oyunun gelişmesi adına” bu büyüklüğü göstermesi ortaya enfes bir manzara çıkarmıştı. Basketbolseverler bu samimi poza bakıp, amiyane tabirle erimişti. Bu güzellik ve saadet, saatler sonra paramparça oldu.
Philadelphia’daki maçtan döndükten sonraki sabah, kızının maçını izlemek için onunla helikoptere binmişti Kobe. Senelerdir bu helikopter seyahatlerini sık sık yapmaktaydı, artık onun bir ritüeli olmuştu. Kızının koçu, takım arkadaşları ve onların ebeveynleriyle birlikte maç öncesi tatlı bir sabah yolculuğu geçirmeyi planlıyordu belki de. Los Angeles’ın sisli havası; o sabahı Kobe’ye, kızı Gianna’ya, kazada vefat eden diğer 7 kişiye ve basketbolseverlere zehir etti.
kobeyunus8@hotmail.com. Hayatımda aldığım ilk email adresi buydu, yegâne amacım MSN hesabı açmaktı tabi ki. Profil fotoğrafıma büyük bir gururla koydum onun görselini. Aynı gururla kullandım o hesabı, ikimizin ismi de yan yanaydı sonuçta. Aylar sonra şifremi unuttum. Şifremi unuttum butonundan bihaber olduğum için yeni bir email alıp yeni bir MSN hesabı açmak zorunda kalmıştım. Yeni email adresim belliydi: kobe_shaq_yunus@hotmail.com. Profil fotoğrafıma, kullanıcı adımda yer verdiğim Shaq’ı da ekliyordum bu sefer Kobe’nin yanına. Onlar gibi aynı parkede yer alabilmek hayaliyle basketbol oynamaya başladım, dereceli bir havuz gözlüğü satın alarak evimin arkasındaki sahaya attım durdum kendimi. Güç bela girdiğim okul takımındaki 3 senem felaket geçip fiyaskoyla sonuçlansa da bana hayal kurmayı öğreten ve rol model edindiğim bir kahraman edinmiştim kendime. Seneler boyu ona olan ilgim ve sevgim, pek tabii devam etti. Sonunun böyle olacağını hayal dahi etseydim onu hiç tanımamayı, sevmemeyi dilerdim: Zira bu hüznün tarifi yok.
Geceyi bir otobüs yolculuğunda geçirecektim, İstanbul’a varana kadar uyumayı planlıyordum. Akşam 10:30 civarı aldığım ölüm haberiyle bütün yolculuğum, gecem tamamen yalan olmuştu. Sevdiğim bir dostum, attığı mesajlarla kafamı dağıtmasaydı o yolculuk bitmek bilmeyecekti, durumu çok daha kötü karşılayıp gözyaşlarıma engel olamayacaktım.
Kobe, 90’lı yıllarda doğan kuşak için bu oyunun tek hükümdarıydı. Korkusuz, hırslı ve agresif tarzıyla birçok insana basketbolu sevdirmişti. Onun maçlarını izlemek, yeme içme kadar olağan fakat olmazsa olmaz bir hale gelmişti. İşine olan saygısı, oyuna olan vahşi tutkusu ve muazzam çalışkanlığı birçok gence örnek teşkil etti. Giannis Antetokounmpo, Demar DeRozan gibi birçok sporcu onun açtığı ufuk ve yolu takip ederek bugünlere geldi. Bıraktığı mirasın yüceliğini, o gün NBA’in oynattığı maçlardaki oyuncuların tepkisinden anlayabilirsiniz. Trae Young, Demar DeRozan, Tyson Chandler, Austin Rivers; hepsi perişan haldeydi, bu trajedinin yükünü kaldıramıyorlardı. Spurs’ün asistan koçu (NBA’deki ilk kadın antrenör olması nedeniyle de hayranlık uyandıran) Becky Hammon, gözyaşlarını havluya silerek takımı için dik durmaya azmediyordu. Onun yanında oturan, senelerdir karşılıklı oynadığı ezeli rakibi “mimiksiz reyiz” Tim Duncan’ın gözleri kıpkırmızı ve yaşlıydı, boş boş sahaya bakıyordu. Senelerdir Kobe’nin rakibi takımları (Celtics ve Clippers) çalıştıran sert mizaçlı Doc Rivers, maç öncesi gözyaşları içinde demeç vermeye çalışıyor, fakat üzüntüsü buna elvermiyordu. O gece oynanan maçlarda takımlar, hava atışından sonra oynamaya başlamayıp topu ellerinde tutarak 8 ve 24 saniyelik hücum süresi ihlalleriyle maça başladılar. Amaçları Kobe’yi anmak ve onore etmekti, ki sürelerin uzunluğu bunun için idealdi: Kobe kariyerinin ilk yarısında 8, diğer yarısında 24 numaralı formayı giymişti.
Ve kızı Gianna… Babasıyla beraber sokakta yürürken bir hayranın yanına gelip babasına “Senin bir oğlun olmalıydı, birinin mirasını devam ettirmesi gerekiyor!” demesi üzerine “Hey! Ben buradayım, bunu ben devam ettireceğim!” demesiyle tam da babasının kızı olduğunu kanıtlıyordu. Hayali babası gibi basketbolcu olmaktı, bu uğurda emek veriyordu ama o elim kaza; hayallerini, geleceğini ve canını söküp aldı. 13 yaşında pırıl pırıl bir kız, yaşıtı iki arkadaşıyla birlikte can veriyor. Belki de Kobe’den daha çok üzülmemiz gereken şey bu…
Kobe’yi özetleyen kanımca en önemli olay, 2013’te Golden State Warriors maçında aşil tendonu koptuktan sonra, hiçbir şey olmamış gibi sahaya dönüp serbest atışları kullanması ve ondan sonra sahadan çıkmasıydı. Serbest atışları kullanmayıp kenarda tedavisine başlansaydı oyuna bir daha dönemeyecekti ve bu ihtimali gözetmiş olmalı ki oyuna devam edebilmek için onca acısına rağmen bunu yaptı, çünkü “gösteri devam etmeliydi”.
Basketbol camiası NBA’in o gün maçları oynatmasına sert tepkiler verdi, ama zannediyorum ki Kobe bunu bizzat isterdi. Hiçbir şey aksamamalıydı, gösteri devam etmeliydi. Onun kariyeri böyle de özetlenebilir, Mamba’nın bize bıraktığı en önemli miras belki de bu: Ne olursa olsun pes etmemek, yılmamak ve savaşmaya devam etmek.
Mamba Out dedi, yine gözyaşlarına boğdu cümlemizi. Huzurlar içinde uyu büyük insan.