Sabır & Dirayet
Ocak 3, 2020
Gaye
Ocak 3, 2020

Yaşasın, Öleceğiz!

Güneşin doğmasına daha var. Evde kısık ağlama sesleri ve telaş. “Emre, kardeşini uyandır.” cümlesi ve yataktan kaldırılış. Bekliyorduk sanırım. Ama küçüksün, pek sorgulamıyorsun. Ya da sadece hastaydı diyebiliyorsun. Öyle değil midir zaten? ‘Dede’ dediğin kişi yaşlıdır ve yaşlılar genelde hastadır. Yaşlılık gayet tontiş bir şey de sanırım ölümle sonlanan bir şey. Ölümle ilk kez o sabah tanışıyorum. Ölümün sadece yaş almış kişilere gelen bir şey olduğunu düşünüyorum. Ölümün arkada bıraktığı insanlar ayrılığın acısıyla; yılların bağı ve duygusuyla ağlıyor. Kimisinin babası, kimisinin damadı, kimisinin iş ortağı, kimisinin hısım akrabası veya arkadaşı. Herkes arkasından hayır dualar ediyor, bol bol yad ediyorlar Kadir’i. Bu ortamda küçük bir çocuk olarak nasıl davranman gerektiğini tam bilmiyorsun. Bir hüzün var elbet üzerinde. Ama henüz hayatı pek bilmediğin için hayatın bitişini de anlamıyorsun.

 

Şimdilerde ise sorguluyorum: “Eğer ölüm olmasaydı hayat anlamlı olur muydu?”

Bu soru zihnimde o kadar çok dallanıp budaklanıyor ki… Lucy’nin filmin sonunda tüm evreni içinde hissedip bir çıktı mahiyetinde flashdiske dönüşmesi gibi; son nokta olarak ben de kendi zihnimde cenaze törenlerine gidiyorum. Yani yaratanı, hayatı ve insanlığı en iyi anladığımı düşündüğüm yere. Sorgulamalarım, hırslarım, heveslerim, yaptıklarım ve düşündüklerim; hepsi cenaze törenimde, cenaze törenlerinizde anlam buluyor. Kafamda insanların cenaze törenlerini hayal etmek işte tam da bu yüzden benim için keyifli bir oyun oluyor. Ayrıca ağlama refleksi gösteremeyen bendeniz için bu hayaller ağlayabilmenin kapılarını aralıyor.

 

Bazı kişiler için ölümü düşünmek, sevdiklerinin ölümünü düşünmek, epey yıpratıcı ve zor bir eylem olabilir. İçerisinde ayrılığı, hasreti, kaybedişi barındıran bu hassas gerçek; bünyeleri alıştığı ve sevdiği hayat düzeninde, onların algılayışı ile, gereksiz ve negatif şekilde sarsıyor. Halbuki bu kaçış ellerine hiçbir makul sonucu vermiyor. Belki bu kaçışa “benim hayatım dilediğim gibi yaşarım”ı ekliyor, belki içinde aşamadığı bu problemi farklı bağımlılıklar ile uyuşturmaya çalışıyor. Bağımlılık demişken; uyuşturucu kullanımını kastetmiyorum elbette. Kişi, hayatını uyuşturmak için sürekli aksiyonda olmayı tercih ediyor. Hiçbir anı boş kalmasın, hep mutlu hep sağlıklı olsun ve her şey hep mükemmel olsun istiyor. Tam da burada şu soru geliyor: İnsan mükemmel olabilir mi?

 

Kendi dünyamda insanın mükemmelliğine yönelik verdiğim cevap negatif; acz ve fakr ile tamamlanıyor. Ben bu hayata gelmeyi seçen olmadım. Genlerimi, ailemi, ülkemi vb. ben seçmedim, seçemedim. Aslında benim elimde olmadan başlayan bir süreç yine benim elimde olmadan sona eriyor. Çünkü ben kendi kendimin ihtiyaçlarını karşılayabilecek ‘yaratmaya’ sahip değilim. Ben, bana verileni anlamlandırıp; elimdekilerle hayatta kalmaya çalışanım. Ve tüm bu süreçteki yaşama çabası bana hayatı hissettiriyor. Yaşama şekli ise hayatın anlamını.

 

Kendime soruyorum: “Ölmek ister miydin?” diye. “Şu anda değil, ama bir gün evet” cevabını veriyorum. O ölüm günüm hangi gün, asla bilmiyorum. Açıkçası bilmek de istemem. Çünkü kopmak öyle kolay değil. Zaten nasıl bir anda bu hayatta buldum kendimi; öyle de bir anda diğer alemin kapısını görmek isterdim. Bu bile hayatım için bir lütuf geliyor bana.

 

Tarihsel sürece baktığımızda da insanlığın sürekli ölümü anlamlandırma çabasını görmüyor muyuz zaten? Medeniyetlerin bu konudaki farklı inanışları binlerce sonuç veriyor bizlere. Ölüm sonrası tasavvurumuz, bugünümüzü anlamlı kılan diğer bir faktör oluyor. Ayrıca bu konu üzerine düşünürken aklıma Neredesin Firuze filmindeki sahne geliyor: “İntihar edeceksek bunu yaşayarak yapalım!”. Yaşadıklarımız bazen çok hırpalıyor, üzüyor, bir daha düzelmeyecekmiş ya da her şeyin sonuymuş gibi geliyor. İntihar psikolojisi de apayrı ele alınması gereken bir nokta ama eğer öldükten sonra yaşadığım hayattan hesaba çekileceğime inanmasaydım, o film repliği yaşamım için muzip bir anlam tutulmam olabilirdi. Çünkü hayat simülasyonu hala insana çok şey öğrettiği için, bilakis, hayat öğrenme yerimiz olduğu için anlamını korumaya devam edebilirdi.

 

Konuyu farklı yazılarımda düşündüğüm diğer noktalarıyla da ele almaya devam edeceğim. Çünkü benim için bitmemiş ve umarım da hiç bitmeyecek bir mihenk taşı ölüm üzerine düşünmek. Ha, Furkan! Sen çok mu harika bir insansın ya da inandığın sistem içerisinde her şeyi çok mu doğru yapıyorsun da bu kadar kendinden emin çıkıp konuşuyorsun diyebilirsiniz. Her şeyden önce hiçbir zaman en iyi & en mükemmel olamayacağımı bilmenin huzuru var üzerimde. İpler benim elimde değil; ancak ölümle ve ölümümle yüzleşmem hayatımı anlamlı kılan bir araç olarak var olacak. Var olun.



Paylaşmak Güzeldir:

Furkan Çankırı
Furkan Çankırı
Boğaziçi Üniversitesi'nde Eğitim Bilimci olma sürecinde. Hikâye koleksiyonerliği, psikoloji ve yürüme eylemi ile hemhâl olarak kırılgan gerçekliğinde şaşkınlıkla yol almaktadır. Tutkularından biri Eurovision olan yazarımız, dünya vatandaşlığı hayali gütse de fazlasıyla Çanakkale sevdalısı. Biraz hayatı anlama çabası, biraz beşerî kültür, biraz da ne yaşıyorsa işte. Peki ya anlatmasa? Öylesini hiç sevmedi.