“- 2015’te Spurs’ün başına asla geçmeyeceğinizi, bunun nedeninin ise Chelsea taraftarlarını çok sevdiğiniz olduğunu söylemiştiniz. O günden bugüne ne değişti?
+ Bu beni kovmalarından önceydi!”
Oldukça hareketli geçen bir gecenin ardından, sürpriz bir şekilde Tottenham’ın başına geçen Jose Mourinho, ilk basın toplantısında muhabirin sorduğu bu soruyu gülerek yanıtlıyordu. Olanca alçakgönüllülüğüyle kendini “özel biri” olarak tanımlayan Mourinho’nun kariyeri, son 4 sezondur düşüşteydi ve son 11 aydır herhangi bir takımı çalıştırmıyordu. Lakin Sky Sports’taki başarılı yorumculuk mesaisine son vererek ait olduğu yere, yeşil sahalara nihayet dönüş yaptı. Olayı ilginç kılan detaysa şu; 2004 yazında Porto’dan ayrıldığından beri Inter, Real Madrid, (iki sefer) Chelsea ve Manchester United gibi yüksek profilli kulüpleri çalıştıran Mou, geçen sene Şampiyonlar Ligi’nde final görmüş olsa da bu sefer hedefleri daha düşük ve kalibre olarak daha alçakta bir takıma gitmeyi seçti. Mou’nun bu uzun bekleyişi sonrası, Tottenham’ın kötü geçen sezonun ortasında gelen teklifini kabul etmesi aslında kişisel kariyerinin gidişatı hakkında bize fikirler veriyor: Artık eskisi gibi en üst düzeyin hocası değil, (Jürgen Klopp’un tabiriyle) PL’e dönmek için çaresiz ve bu uğurda sezon ortasında karışıklıklar içinde çalkalanan bir Tottenham’ı devralacak kadar gözü pek ve kararlı. Bu yazıda Tottenham ve Mourinho’nun mevcut vaziyetleriyle ikisini bir araya getiren ortak paydayı tartışmak istiyorum.
Tottenham cephesi adına şu net bir şekilde söylenebilir: Pochettino’yu kovmak büyük bir yanlış. Takımın düşebileceği olası ateş çemberinin yanı sıra çalıştığı 4 sezon boyunca, onca maddi kısıtlamalara rağmen -üst üste 2 transfer sezonunu kısıtlı mali bütçeden dolayı transfersiz kapatan bir takımdan söz ediyoruz- Şampiyonlar Ligi’nde final gören bir teknik adamı böyle tatsızca kovmak açıkçası iş değildi. Poch’a ödeyecekleri 20 Milyon Euro tazminatın yanında takıma bu kadar seviye atlatmış bir menajeri daha Kasım ayından kovmak, kamuoyu tarafından epey tepki çekecekti. Kulüp başkanı Daniel Levy belki de bunu öngörerek, akşam kovduğu Pochettino’nun ardından gece Jose Mourinho’yla görüşmeye girişti. Sonucu merakla beklenen gecenin sabahındaysa Mourinho, Tottenham menajeri olarak takdim edildi ve gelebilecek olası tepkiler yerini büyük çoğunlukla sansasyona ve heyecana bıraktı. Bir an önce kötü gidişattan belini doğrultmak isteyen Spurs yönetimi, tek kutsalı kazanmak olan birisine takımı emanet etmiş durumda.
Futbolcular açısından Mou’nun gelişi aslında onları yukarıya çekecek bir hamle olabilir: Pochettino’ya olan güvenlerini kaybetmiş ve takım içi anlaşmazlıkların önünün alınamadığı bir ortamda Mourinho’nun varlığı, saygın bir karakter olması ve takıma kazanma kimliğini aşılayacak bir kafa yapısını taşıması büyük avantaj. Mou bu konuda takım içi harmoniyi sağlayacak bir tutkal ve oyuncularının hedeflerini büyüten bir mentör olabilir. Aynı şekilde ihtiyacı olan sıçramayı gösterebileceği ve elit seviye menajerler seviyesine yeniden çıkabilmesi için Tottenham, onun için bir sıçrama tahtası görevini görebilir.
Mourinho’nun düşüşüyle birlikte kimi alışkanlıklarını terk ettiğini görüyoruz: Başarılı günler uzakta kaldıkça şişkin egosu biraz yatışmış izlenimini veriyor. Eskiden basın toplantıları ve demeçler yoluyla rakip takım hocaları ve oyuncularına laf atan, basına aforizmik demeçler vermekten hoşlanan Mou; durulmuş ve eski medyatikliğini hafifletmiş bir imaj vermekte. Özgüveni sarsılan ve başta futbol anlayışı olmak üzere kendini yeniden oluşturması gereken Mourinho’nun terk etmesi gereken bir alışkanlığı daha var: Egolarla çatışmak. Real Madrid’de Casillas, Ronaldo ve Ramos; United’da Paul Pogba ve Chelsea’de neredeyse bütün oyuncularıyla sorun yaşadı ve onların taleplerini dinleyip uzlaşıya varmak yerine onları karşısına alıp çatışmayı seçti. Faturayı ise üç kulüpten de kovularak ve hem oyuncularının hem de taraftarların antipatisini toplayarak ödedi. Oyuncu egolarının ve takım içi örgütlenmelerin bu kadar güçlendiği bir devirde Mourinho’nun eski gururunu bir kenara bırakarak bu dönemin oyuncularının psikolojilerini anlaması ve onlarla daha sağlıklı iletişim kurması elzem.
Mourinho’nun bir diğer eksiği ise, 2010’lar futboluna taktiksel adaptasyonu gösterememesi. İnatçılık mıdır, çağa ayak uyduramamak mıdır bilemiyorum ama taktiksel hareketliliğin fazla olduğu ve trend anlayışların bu kadar hızlı değiştiği bir dönemde Mou’nun rakiplerini iyi okuması ve buna yönelik kendi anlayışını yeniden inşa etmesi gerekiyor. Aslında geçmişten beridir “Mourinho futbolu” dediğimiz bir anlayış pek de olmadı. İnsanların aklında “otobüs çekme” olayı ile yer edinse de kontratak oyunu, önde pres ağırlıklı oyun gibi farklı taktik varyasyonları denediği oldu. Bu değişkenlikte daha çok gittiği takımların kimliklerine göre taktik uygulamayı tercih eden ve ağırlıkla oynayacağı rakiplerin profillerine göre şekillenen ve “oynatmamak” üzerine kurulu “reaksiyon futbolu” ile bilinen Mou’nun elindeki kadro, eski ekol defansif oyununu oynatmaya fazlasıyla elverişli: Davinson Sanchez, Vertonghen, Alderweireld gibi fiziksel yönden kuvvetli savunmacılara; N’Dombele, Sissoko, Dier, Wanyama gibi sert oynamayı seven orta sahalara sahip olan Mourinho; Liverpool, Manchester City, Leicester City gibi hücumcu takımlara karşı muhtemelen kaya gibi savunma maçları izletecektir. Yani elindeki malzeme, kafasındaki oyun anlayışına oldukça yakın. Fakat düşünmesi gereken şey aslında hücum hattı: Takım içi Vertonghen’le yaşadığı Icardi vakasından sonra motivasyonu ve takıma bağlılığı azalan Eriksen ve gencecik yaşına rağmen formu oldukça düşmüş olan Dele Alli’nin yeniden kazanılması gerekiyor. Son ve Kane’in üzerindeki skor yükünü hafifletecek ve onlara yönelik orta sahadan ofansif desteği sağlayacakları takdirde, Spurs istikrarlı bir hücum hattına kavuşabilir. Erik Lamela ve Lucas Moura gibi fark yaratan yedekleri; hem oyunun sıkıştığı yerlerde sonradan sahaya sürülerek, hem de uzun ve yorucu fikstürün gerektireceği rotasyonda şans verilerek takımın parçası haline getirilmesi ve onlardan yüksek verim alınması da Spurs’ü birçok kulvarda iddialı hale getirecek. Kadro derinliği açısından Tottenham’ın soru işaretleri taşıması, devre arasında ve sonraki transfer sezonlarında takıma kimi eklemeleri mecburi kılıyor; fakat Mourinho’nun ve eli sıkılığıyla bilinen Levy’nin bu konuda nasıl bir diyaloğu olacağını merakla bekliyorum.
Geleceğe yönelik senaryoları konuşmak için henüz çok erken, tahminlerde bulunmak için biraz daha zamanın geçmesi ve Spurs-Mourinho ikilisinin biraz daha kaynaşmasını beklemek gerekli. Ancak şunu söyleyebilirim ki zor zamanlarında birbirlerine rast gelen iki müşkül misali; Mourinho’nun Tottenham’a, Tottenham’ın da Mourinho’ya ihtiyacı var. Kuzey Londra’nın Lacivert Beyazlı yakasında havaların nasıl eseceğini zaman geçtikçe göreceğiz. Premier Lig, Mourinho’sunu özlemişti, Mourinho da aynı şekilde 3 defa kazandığı Premier Lig’i ve tabi ki de yeşil sahaları.