Konuk Yazar: Nilüfer Kılıç
Bir yaşamın tüm kolsuzluğunda gün aydı. Pembe terliklerim, beyaz ojelerim ve yeşil fincanım bu ana şahit olduk. Durup bir güvercinin demirliklere konmasını, evde işe giden birinin olmasını, uzayan saçlarımı ve yattığım yataktan kalkmayı bekledim. Kısa bir yürüyüş sonrası marketten aldığım süt ve ekmekle eve döndüm. Kahvaltı yapmadan balkonda bir sigara içip evin yanındaki okulun zil sesini dinledim. Kafamdaki zil sesini nasıl susturabilirdim?
Duyarlı olduğum olgulardan uzaklaşmak, kendimden uzaklaşmak geçmişi ve geleceği yok ediyor. Hiçbir şeyin ortası yok. Ne gerçek? Hayatın gerçeği ne?
Sorumluluklarımdan uzaklaşarak, bütün günü yok sayarak geliyorum buraya. Bir satır, bir sayfa için kaçıyorum yaşamdan. Bir kafenin terasına çöküyorum, her zaman geldiğimiz ve her zaman ‘’her zamankinden’’ dediğimiz yere. Bu sefer kimse yok, bütün sandalyeler boş. Bu koca boşluk belki bir yarım saat önce tüm yaşanmışlıklarıyla doluydu. Ben geliyorum diye boşalmadı biliyorum, tüm kalabalık ben geliyorum diye silinmedi.
Onca yol, onca zaman ne içindi? Sorduğum soru neydi? Sınavım neydi?
Yine bir pencere kenarındayım. Her zaman onca kalabalığın içine, kalabalıklaştıkça karıştığımız, yerler bulamadığımız yerde boş ve yalnız. İnsan isteklerinin kaçta kaçını yerine getiriyor ki bir çuval dolusu beklentiyle karışıyorum buraya? Ya da burası neresi, kimi, neyi, nasıl tanıdım?
Bu kadar yalnızken nasıl bu kadar dolu zihnim anlamıyorum. Farkında olduğum, idrak ettiğim, ikna olduğum gerçekleri siliyorum, sebepsizce. Bir koşuşturmaca sarıyor beni. İçi bomboş, saçları yolunmuş, tırnakları kırık ve yüzü çizgilerle dolu bir hayat beni sarıp sarmalıyor.
Neyi hayal ediyorum? Neleri hayal ettim ve neredeyim? Bu hal ne? Bu hale getiren de ne? İnsan nasıl da unutuyor ne yaptığını ne istediğini, nereye gittiğini…
Hep kıyaslamaktan korktuğum insanlığı, yok ettiğim düşünceleri, nihayet geldi dediğim günleri, keşfetmekten haz duyduğum şarkıları, giysilere bulanmış bünyeleri, bir dalga sesini, sarhoş bir sokağı, tıka basa dolu metrobüsleri, alkışları, seyirleri, baktığımız ama göremediğimiz gözleri, aynaları, sahte gülüşleri, sesleri silemiyorum. Bir perdenin kırılışını, eşyaların işlevini, çağırışları, gelişleri, izleri ve kokuları, doldurduğumuz değerleri, betimlemeleri, razı oluşları, dumanları, biriken umutları, çalışmaları, terk edilen kahve fincanlarını, ojeleri, saçları, yaşadığım şehri sığdıramıyorum. Kendi içime sığdıramadıklarım zamanın o ilahi gücüyle işlev kazanmıyor. Zaman sürekli kaçıyor. Bir park köşesinde, ortasında ve yolunda birikenler bütünlük sağlamıyor. Yol kenarında tezgâh açan insanlar kendini hiçbir yere sığdıramıyor. Çatılan kaşlar hiçbir işe yaramıyor.
Hiçbir şey istendiği zaman başlamıyor ama her bitiş hep aniden oluyor. Beklediklerim gelmiyor. Ayaklarım ileri gittiği halde ben aynı yerde sürekli yürüyorum. Denizde kulaç attıkça kilometrelerce uzaklaştığımı zannederken kıyıda sürekli ucu bucağı olmayan o ufka bakarken buluyorum kendimi.
İnsan sürekli iyi olmak için çabalıyor, iyi olmak için bahaneler arıyor. Kimse kötü olmanın bahanesini bulmuyor. Kötü olaylar peşimizi bırakmıyor ve biz her kötülüğün sebebini arıyor, soruyoruz. İnsan hiçbir şey olmasa da kötü olabiliyor.
İnsan hiçbir şey olmasa iyi olabiliyor mu?
Bir rüzgârın esintisi tüm korkuları götürüyor kendisiyle. Bir kahveyi soğutuyor, sigarayı öldürüyor ama o umursamadan esiyor. İnsan kendini rüzgâra benzetemiyor. Akıp gitmesi ne zor ne olursa. Bir nesneyi, başını, ellerini ve ayaklarını… İnsan ne olursa olsun hiçbir yere gidemez, yapabildiği tek şey düşünmek iken.
Düşünmek yok ediyor zihni ama farkına varan kim? Varoluşunu kabul eden kim? Kim bu umudunu yaşayan insanlar? Saatini koluna takmayıp kaybolan kim? Yaşadığını hisseden kim?
Kendimi kandırmak istemiyorum. Zihnimden kaçmak istemiyorum. Buna kimse izin vermiyor. Ağrılar, sancılar alıştıklarımız ve korkularımız bize izin vermiyor. Bir yokuşun başında, tam da yolun ortasında bağdaş kurup kapatıyorum gözlerimi. Duyduğum fren ve siren sesleriyken sanki piyano sesi, dalga seslerine karışıp bana tebessüm getiriyor. Bunun kim önüne geçebilir ki? İnsan neyin önüne geçebilir kafasına koyduysa yapacaklarının?
Bir yol haritası çiziyorum zihnimden kalbime. Artık örtüşsün diye çığlık atıyorum gökyüzüne. Ayakkabılarını çıkardığında toprak elektriğini alıyorsa, gökyüzüne başımı kaldırıp gözlerimi kapatmak da aynı hissi verebilir bana. ‘’inanıyorum sana’’ cümlelerini silikleştiriyorum aklımdan. İnancı sorgulama. Planını yap ve tırnaklarınla kazı. Gözlerini aç, gerçeğe bak. Kahveni yudumla, saatine bak. Hiçbir şey için geç değil. Bahanelerin, yok ettiklerin, ötelediklerin yok.
Anılara sığınmak yok. ‘’Çünkü senin anıları tekrar yaratma gücün var.’’
Bütün bağları çözdüm. Ellerim artık temiz. Gözlerim temiz. Bir yokuşta oturmama gerek kalmadı.
Her yokuş benim aydınlığım.
Her aydınlık benim düzlüğüm.
Düzlükteyim.