Adalet Saraylarında, “Reis Bey’in” arkasında ona ve bütün adalet sistemine güç verirmişçesine baş köşeye yerleşmiş bir motto yer alır: Adalet mülkün temelidir. Mülkten kastın ne olduğu tartışılsa da “devlet” olarak anlaşılmasının yerinde olacağına inanıyorum. Mülkün yani devletin temeli adalettir. Peki adalet sadece mahkemede mi olur? Adalet deyince akla hukuk, hakimler ve kanunlar mı gelmelidir? Adalet nedir o zaman?
Bu yazının BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri doğrultusunda “Nitelikli Eğitim” konusuna adanmış bir dosya yazısı olduğunu biliyorum sevgili kâri, birazdan eğitim ve adalet bağını beraberce kuracağız.
Adaletin ne olduğu veya olmadığı tartışması Aristo’yu derince düşündürmüş, o kısım şu an bizi çok ilgilendirmiyor fakat felsefeden yola çıkmak istediğim küçük bir tanım var: Adalet bir değerdir. Nasıl yani, bu kadar mı? Hayır, tabi ki! Ancak bu tartışma kapsamında bu kadarının bize yeteceği inancındayım.
O halde sıradaki soru şu olabilir: Biz neye “değer” adını veririz? Coğrafyamızda genelde değerlerden bahsederken, konu din etrafında döner. Dini değerlere saygılı olmayı öğütlerler okullarda. Ek olarak, bu kavramı MEB’in “Değerler Eğitimi” vurgulamasında çokça duyarız. Genelde çarşamba günleri 3. ders olan Rehberlik dersi de değerler eğitimi çerçevesinde şekillenirdi/meliydi. Bazen de “yargı” kelimesini ekleriz değerin yanına, “değer yargıları” derler. Eninde sonunda konu yine hâkime, savcıya bağlandı yani.
Peki o zaman değer nedir? Değerler, der Doğan Cüceloğlu, bir insanın kutup yıldızıdır. Karanlıkta ona yolunu gösterendir, hareket kabiliyetini kaybettiğinde yoluna devam edeceği enerjiyi kendinden aldığıdır. Kant’ın ödev ahlakı misali, herhangi bir karşılık beklemeden sadece ve sadece hareket ettiği o değer uğruna bireyi harekete geçiren olgulardır. Mesela bizim toplumda “yere düşen ekmeği 3 kere öpüp başına koymak bir değerdir.” Öyle bir değerdir ki, Almanya doğumlu gurbetçimiz Mesul Özil’e Arsenal’in bir maçında çimlerde bulduğu ekmeği öptürüp başına koydurmuş ve günlerce gündem olmuş bir konu. Ekmeğe basmamak bir korkuyu barındırabilir örneğin ama öpüp alnına koymak ona duyulan saygıdan kaynaklıdır. Her ferdin hayatında değerler vardır, her fert hayatını belli değerler uğruna yaşar. Ferdin değerlerini ise çocukluktan anne-baba, okul ve toplum değiştirir/geliştirir. Kimi fert/toplumlarda ekoloji, hayvan hakkı, insan hakkı birer değer ise kimi fert/toplumlarda para, makam ve mevki birer değerdir.
Çok güzel, peki bunun konuyla ne alakası var anlatıcı? Hemen söyleyeyim, hani adalet mülkün temeliydi ya. İşte mülk adalet olmadan nefes alamıyor. Adalet sadece kanunla sağlanacak bir olgu/değer de değil. Bunun sosyal adaleti, hukuki adaleti, toplumsal cinsiyet adaleti, gelir dağılım adaleti, vergi adaleti var. Mülk ya da devlet adaleti barındırmalı ki toplumsal olarak mücadelesini verdiğimiz mevzular nihayete erişsin. Tamam, kabul! Devlet adil olmalı, biz de onu söylüyoruz zaten. Fakat hırsızın hiç mi suçu yok, bireyler ne olacak peki? Güzel bir nokta ister demokrasi olsun ister diktatorya; devleti yöneten bireyler de toplumların içinden çıkar. O toplumun değerleriyle şekillenir. Yani devlet adil olsun derken, kanunu adil olsun isteriz, politikası adil olsun isteriz, vergilendirmesi adil olsun isteriz. Yani deriz ki, vergiyi koyan, kanunu yapan, politikayı belirleyen her kimse adaleti gözetsin. Devletin dili yok ki adaleti savunsun. Kısacası icrai noktalarda karar alan fertler, bu değeri değer olarak benimsesin isteriz.
Peki toplum fertleri adaleti nasıl değer olarak kabul edecek? Ekmeğe gösterdiğimiz saygıyı adalete ne zaman göstereceğiz? İşte sevgili kâri burada “nitelikli eğitim” devreye girecek. Ben sadece bir değerden bahsettim, her toplumun kendi bedenine uygun değerler elbisesi vardır. Buna uygun eğitime, “kendimce” nitelikli eğitim tanımlaması yaparım. Adalet için de aynı husus geçerli, eğitim bu değere ne kadar hizmet ederse o kadar vicdanı hür ve adil bireyler yetişecektir.