Bu yazı biraz fazla sitem içermektedir. Sağa sola sallayacağım birazcık. Belki bu yazı hiç yayınlanmayacak. Neyse içimi dökmüş olmam da bana kâr kalır bu durumda. Yıllardır içimde tuttuğum, bu davranışın sergilendiğini gördüğümde içten içe çok üzüldüğüm o durumu anlatacağım size. Tamam bu kadar giriş yeter, ne bu olay? “Dayatılmış Ayrışma.”
Sıkıcı devam edelim. Ayrışmanın TDK tanımı: Birbirinden ayrılmak, birliği bozulmak. Yani hep duyarız ya “ya şusundur ya busundur” (altını siz doldurursunuz), aynı onun gibi işte. Dayatmanın TDK tanımı: Bir şeyi zorla kabul ettirmek, empoze etmek. Yani birinin herhangi bir şeyi; sen fark eder/etmez, ister/istemez ayrımı yapmadan o durumu zorla kabul ettirmesidir. Bu tanımlar böyle bir burada dursun.
Aslında bu yazı önce dümdüz ayrışmak üzerine olacaktı. Sonra düşündüm birazcık. Cidden böyle durduk yere mi ayrışıyoruz acaba. Yoksa dışarıdan bir görünmeyen (!) güç mü bize dayatıyor? Veya cidden benliğimizde ayrışmak mı istiyoruz? Günün sonunda tek bir tarafı tutmak bizi daha mı mutlu ediyor? Kendinizce bunları bir cevaplayın. Devam etmeden bunları birazcık bir düşünün isterim.
Peki toplum içinde nasıl ayrışıyoruz? Örnekler üzerinden yürüyelim birazcık. Çok basit bir örnek olacak bu. Bugün Türkiye’deki çoğu insan bir takım tutuyor değil mi? Tutmayan bir insanı bulmak gerçekten çok zor, nadir rastlanan bir durum. Ya Beşiktaşlısındır ya da Fenerbahçeli. Mesela ben Beşiktaşlı bir birey olarak çıkıp “ya bu sezon Beşiktaş çok kötü ben bu sezon Fenerbahçe’yi desteklemek istiyorum bana ne Beşiktaş’tan” desem, yemeyeceğim linç kalmaz. Hain, satıcı, dönek vs. yaftası yerim hemen. Halbuki konu futbol ve futbol takip edip takım tutmak tamamen keyfi bir durum değil mi? O sezon keyif almayacağım bir takımdan desteğimi çekip başka bir yere aktarıyorum, bu kadar. Çok siyasete girmek istemiyorum ama; yine ülkemizdeki parti muhabbeti birebir örnek. Ya şu partilisindir ya bundan. Her seçimde ona oy verirsin. Yanlış. O an hangisinin hizmetini beğenirsek onu destekleriz ve bu bir sonraki dönem değişebilir. Çok doğal bir olay bir aslında. Bu durum sadece bizim ülkeye has değil elbette. Dünyada yıllarca süregelen bu tip ayrışmalar var, bununla daha net anlaşılacaktır. Messi mi Ronaldo mu? Bana göre dünyanın en komik sorusu. Ya Messicisindir ya da Ronaldocu. Neden bir tarafı seçmek zorundayım ki? Neden bir tarafı körü körüne savunmak zorundayız? Neden bir tarafı seçmek yerine, orta yolda durup her ikisinden ayrı ayrı keyif alamıyoruz, güzelliklerinden ayrı ayrı yararlanamıyoruz? Bir örnek daha. Çekildiklerinden beri hep bir rekabet, hep bir karşılaştırma: How I Met Your Mother mı, Friends mi? Yine toplum tarafından sanki bir tarafı seçmek zorundaymışız gibi üzerimizde bir baskı. Çok yakın zamanda birkaç arkadaşımla bu konuda muhabbet edebilme imkânım oldu. Benzer durumdan şikâyetçi olduk. Onların da sesi olmuş olayım. İnsanların gözünde sanki bu iki diziden birini seçmek zorundaymışız ve kıyasımızı yaptıktan sonra diğerini bir daha asla izlememeliymişiz gibi bir algı oluşturuluyor. Birinin bir sezonunu daha çok, sezonu geçtim belli başlı bölümlerini daha çok beğenmiş olabilirim. Yine neden taraf seçmek zorundayız ki? Son bir örnek vereceğim. Ayrışmanın aslında sadece 2 (veya daha fazla) şık arasında kalmışken seçilen bir durum olmadığını göstermek için. Yıllarca ayrışmanın en büyüğünü bizzat kendim yaşadım. 12 sene Almanya’da yaşadım. Orada bize hep “gurbetçi” gözüyle bakıldı. Türkiye’ye geldiğimiz zamanlarda ise “Almancı”. Hep ya o ya bu olarak tutulduk. Ve bunu biz seçmedik. Bu bize toplum tarafından dayatıldı. Buna ne rızamız vardı ne bu durumdan hoşnuttuk. Bunlar gibi daha nice örnekler var aslında, say say anlat anlat bitmez. Derdimin ne olduğunu anladığınızı düşünüyorum.
Bu kadar ayrışmadan ve örneklerinden bahsettikten sonra, aynı soruyu tekrar soralım kendimize. Gerçekten bu ayrışmalar kendi isteğimizle mi gerçekleşiyor? Böyle daha mı mutluyuz?
Bence bunun cevabı hayır. İnsanların “ortada kalmış, tarafsız” yorumlarından korkuyoruz ve dolaylı bir şekilde bize taraf seçme güdüsü dayatılıyor. Tarih konusunda çok iyi değilimdir. Ama I. Dünya Savaşı sırasında, tarafsız kalmamak adına hangisi olursa olsun bir taraf seçme durumu da çok güzel bir örnek. Ve sonucu, elbette tartışmaya açık ve konumuz değil, belki de tarafsız kalsak daha iyi olabilirdi. Sanki bir taraf seçmediğimizde, bir yere bağlılık hissedemeyeceğimizi, aidiyet besleyemeyeceğimizi veya sadık olamayacağımızı düşünüyorlar. Sanki hayatımız hep seçimlerden ibaret olmak zorundaymış gibi hissettiriyorlar bize. Ben bu kadar seçim yapmak zorunda kalmak istemiyorum. Ben, ortada kalmayı, gerektiği zaman, keyfime, faydasına veya tamamen öylesine içimden geldiği için bir sağdan bir soldan yürümek istiyorum. Elbette günün sonunda ait olduğumuz bir arkadaş çevresi, kurum, aile, ülke vs. olacak. Veya tuttuğumuz takım, sevdiğimiz dizi, desteklediğimiz parti olacak. Ama bence bunları sayıları kesinlikle kısıtlı olmak zorunda değil.
O zaman kendimize bir daha soralım. Neden ayrışıyoruz?