SOBE!
Haziran 3, 2019
The End
Temmuz 3, 2019

Barış, Adalet ve Güçlü Kurumlar

İnsanların en büyük arzularından hatta iddialarındandır Barış. Bunu savaş olmama durumu olarak algılarsak çok şey kaybederiz. Barış bize aslında bir ortam tanımlaması yapmaktadır. Barış olan herhangi bir yerde insanlar arasında huzursuzluk durumu yoktur. Güven vardır ve bu güvene dayalı olarak kurulmuş sistemler mevcuttur. Savaş halinde düşündüğünüz zaman eksik olan yegâne şeyse bir otoritedir. Bir otorite olmamasından kaynaklanan sorunlar bütünü vardır. Otorite yokken insanlarda huzursuzluk ve güvensizlik meydana gelir. Çünkü temel ihtiyaçları olan barınma hakkı, yaşam hakkı gibi haklar güvence altında değildir. Otorite bunları korumanın ötesinde bir kitleye hakemlik etme ve hâkim olma durumundadır. Bu hâkim olma” dileğince yönetme” olarak algılanmamalı aksine bir sorumluluk düşüncesiyle yüklenilmelidir ve yine aynı şekilde düşünülmelidir. Herkes belirli temel haklarını otoriteye devrederek bir düzen kurgular ve bu düzen sayesinde huzurlu hisseder işte o zaman barış durumunda oluruz.

 

Burada böyle bir giriş yaptıktan sonra ilerlersek bir ülke içerisinde insanlar kurumlara, otoriteye ve adalete inanmıyorsa aslında o ülkede barış yoktur savını ortaya atabiliriz. Elbette sıcak bir çatışma yahut güvenlik endişesi olmayabilir ancak huzur ve düzenden de bahsedilemez. Karmaşa ve kaos hakimdir ki bunlarda barışı azaltan ve hatta ileri durumlarda yokeden kavramlardır. Düşünün yaşadığınız ülkede insanlar sokaklarda otururken konuşmaları arasında ülkeyi var eden temel sistemlere yargıya, yürütmeye ve yasamaya dair güvensiz olduklarına dair söylemlerde bulunuyor. Mesela bir hırsızlık ya da adi suç haberi gördüğünde gereğinin yapılacağına inanmak yerine “kesin kaçar” “bu ülkede yasa yok ki zaten” gibi itiraflarda bulunuyor serzenişlerini dile getiriyor. Bu sadece o insanın basit bir serzenişi değil. Aynı zamanda kurumlarınızın yozlaşmaya başladığının ve artık insanların bunların bilincinde olduğunun göstergesidir. Bir sonraki aşamada bu adam başına gelen bir olayda yetkili merciilere gitmek yerine evinde oturmayı tercih edebilir hatta daha kötüsü kendi sorununu kendi halletmeyi isteyebilir ve bunun için birtakım girişimlerde bulunur. Bu aşamada devlet ve üst kurumlar geç kalmış sayılırlar çünkü bu adamın inancını kıran ve güvenini azaltan tek bir olay değildir elbette. Gördükleri karşısında izah getiremez duruma düşmüş ve hatta yakın çevresinin mağduriyetlerine tanık olmuş demektir. Bu adamın güvenini tazelemek yapının bir sorumluluğudur.

 

Nasıl bu güveni inşa edebilir?

Güçlü kavramlar oluşturabilir kendi için. Ve bu güçlü kavramların altını dolduracak bir toplumsal hafıza inşa etmelidir. Toplumsal hafıza insanların gündelik hayatlarında yaşadıkları üzerine inşa edilir. Bu insanların karşılaştıkları ve devletin varlığını otoritenin varlığını hissettikleri kurumlar üzerinden tecelli ettirilebilir ancak. Eğer güçlü kurumlar inşa ederseniz ve bu insanın o kurumlarda karşılaştığı ve dokunulmaz olan birtakım değerler örgüsü meydana getirebilirseniz işte o zaman toplumsal hafızada olumlu yönde ilerleme kaydedersiniz.

 

Güçlü kurumlar nasıl yeniden inşa edilebilir?

Elbette bunu çok daha detaylı incelemek ve gerekçelendirerek bahsetmek gerekir ancak burada ben sadece şahsi fikrimi ve yöntem üzerine olan kanaatimi dile getiriyorum bu nedenle kanıt yükümlülüğüm olmamakla beraber bir mantık örgüsü içerisinde iddialarımı izah edeceğim. Güçlü kurumlar için güçlü kimlikler yaratmak gerekir ve bu güçlü kimliklere ruh katacak hikayeler ve örneklemler oluşturmak adına rol modeller ortaya koymak gerekir. Direkt bir ideal bulutu yerine bir insan kurgusu üzerinden bir şeyleri anlatmak hem daha kolaydır hem de daha inandırıcı. Bu nedenle kurumlarla özdeşleşecek tarihi ya da güncel karakterler üzerinden bir kimlik kazandırmak ve bu kimlikle belirli temel değerleri oturtmak işe yarayabilir. Bu değerler zamanla oranın çalışanlarına geçecek ve bu insanlar bu değerleri benimsemeleri ölçüsünde kurumlarını dönüştürecek ve kalkındıracaktır. Bir noktadan sonra amaçlanan o kurumların kanını teşkil eden çalışanlara “bu benim gibi bir çalışana ve bu kuruma yakışmaz” dedirtmektir. Bunu dedikleri anda güçlü kurumlarımız ömürlerine ömür katacaktır. Bunu sağlamanın tek çözümü karakter oluşturmak kimlikler yaratmak değildir hatta tek başına bu bir işe de yaramaz bunun yanı sıra insanların birtakım değerler kazanması adına toplumsal görevler vererek bilinç kazandırılmalıdır. Bu bilince atıflar yapmak ve bu bilinci yükseltmekte bu konuda önem arz eder. Sivil toplum bu konuda işlevsel bir araç olarak kullanılabilir. Unutmamak gerekir ki insanlar oluşum sürecinde dahil oldukları noktalara daha çok saygı duyuyor ve oranın korunmasında daha dikkatli davranıyorlar. Bunu sivil toplum üzerinden oluşturulacak bir kurguyla entegre etmek mümkündür. Sivil toplum ağını ne kadar genişletir ve kapsayıcı hale getirirsek bu insanların bu sistemlere dahil olmasını aynı ölçüde kolaylaştırırız. Hakeza aynı şekilde bu insanların çevrelerinde bu tür oluşumların yaygınlaşması ve normalleşmesi de gerekir. İnsanlar tanıdıkları ve güvendikleri yerlerde varlık göstermeye eğilimlidirler. Bu noktadan yola çıkarak onların varlık göstermelerini istediğimiz yerleri onların yöneticilerini liderlere dönüştürerek ve sorumluluk alanlarında koşullar ve görevler belirleyerek çözebiliriz. Yöneticilerini artık Lider olarak gören çalışanlar ve kurumsallaş bunu taklit edecek ve kendi hayatlarında uygulayacaktır. Bu sayede kurumda bir devinim sağlanabilir. Ters bir açıdan konuya bakarsak kurum kimliğini ihlal edenlere karşı net yaptırımlar uygulamak ve bunları istisnasız hayata geçirmekte etkin olabilir. İnsanlar yapmaktan korktukları şeyleri başkalarının yaptığını görüldüğünde bir de üzerine cezasız kaldığını duyduklarında yapmaya eğilimli olabiliyorlar. Ve kötü bir olgu yapıldıkça normalleşir ve sıradanlaşmasıyla yapılması artar ve büyür.

 

Tüm bunların dışında güçlü kurumları kurgulamak ve hayata geçirmek insanlara bu kurumların dokundukları noktalarda ülkeye, demokrasiye ve ülkenin geleceğine ilişkin umutları, inançları ve bağlılıkları artmaktadır. Bu artış hem daha mutlu insanlar hem de daha huzurlu alanlar açar. Güçlü kurumlar için devlet elini ve resmî girişimleri beklemekten sıkılanlar için Sivil Toplum her zaman burada ve kapıları açık daima.

Esen kalın! Elinden geleni ardına koymayan ve oluşturduğu alanlarla mücadelesini ilerleten yılmaz insanlara selam olsun.

 



Paylaşmak Güzeldir:

Nevzat Taşcı
Nevzat Taşcı
Galatasaray Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi okuyor. Çokça anlatmayı, insanlara bir şeyler katabilmeyi ve insanlardan durmadan öğrenmeyi seviyor. Simurg Derneği’nin Genel Sekreterliğini yapıyor. Münazara ve aktüelpolitik ile ilgileniyor. Bir gün bu dünyadan ayrılma vakti gelse de fikirlerinin ve yolunun insanlara ışık tutması ise en büyük ideali. Kendisini sürekli “Neden olmasın?” derken bulabilirsiniz. Sizlere çokça insandan ve sistemlerinden bahsedecek. Bu yolculuğunda ona eşlik ettiğiniz için minnettar.