Galat III
Adam:
Akşamın geldiğini haber verircesine çığlık atan martılar, gök kubbede son devriyelerini attılar ve gözden kayboldular. Daha bir buçuk saat öncesine kadar etrafındaki jelatini ve parlak renkli kaplaması ile daha önce o markayı hiç kullanmamasına rağmen kendisini cezbettiği için kasiyer kızdan istediği sigara kutusu, içindeki son bir dalı da alındıktan sonra çöpe atılmayı bekliyordu. Şehvet böyle bir şey galiba diye geçirdi içinden. “Yani birini görürsün, o da seni… Ayartıcı bakışlar, nazlı el hareketleri ve gergin gülümsemeler. O gece ki zaman yoktur, mekân yoktur, birinci ve üçüncü şahıs haricinde başka hiçbir zamir yoktur. Sonra uyanırsın, solundaki pencereden içeri yeni bir günün ilk ışıkları sızmaktadır, sağına bakarsın. Saçları suratına belli belirsiz maske olmuş, yılışık bedeni ince örtünün altında hala kendini kanıtlamak istercesine canlı ve bir bütün şeklinde kalmak istemektedir kadın. Ama, ruhun ölmüştür geçen gece, etrafta koşturan maral bu sabah derin bir uykudadır. Yavaşça kalkarsın yatağından. Parmak uçlarında kapıya varır, herhangi bir not bırakmak gibi bir ihtiyaç hissetmeden çıkar ve yanı başındaki kadını, bir daha tanımamak (zira zaten o evreyi en başta es geçersin) üzere terk edersin. Çünkü bir kez kaptırırsan kendini bir har’abeye, Kleopatra’nın peşinden koşan Caesar gibi, Hürrem için kendi kanından olanı boğduran Süleyman gibi, binlerce kilometre uzaktaki sevdalısı Josephine için ordularıyla aşk mektupları gönderen Napoleon gibi kendi sonunu getirirsin.” Sözün özü, dedi kendi kendine: “ben ki bir saat önce bir kadın ararken, şimdi potansiyel birlikteliğimizin sonunu görüyor ve ondan iğreniyorum.” Paketteki son sigarasını da yaktı ve boş kutuyu iki adım önündeki çöp kutusuna fırlattı (paket kutunun kenarına çarptı ve yere düştü).
Kadın:
Dükkânı kapatalı yaklaşık bir buçuk saat olmasına rağmen, kafası hala yarın sabah yapacağı hazırlıktaydı. Bugün en azından bir kısmını hallederim diye düşünmüştü de işin yoğunluğundan ona zaman ayıramadı. Ne de çok rezervasyon yapılmıştı hâlbuki. Bu stresin altında ezilir halde, iki cebi birbirine dikili kazağında ellerini birleştirmiş ilerlerken, birbirine sarılı vaziyette duran gülleri gördü. Omuz silkti, onları bile kıskanmış olmaktan korktu galiba. Gönülden sevmek eylemini en çok bu iki sarmaşık güle çok yakıştırdı. Dikenleri birbirlerinin gövdeleri haricinde diğer her yöne karşı cephe almışlardı. O kadar yakınlardı ki, gövdelerinin ayırdına varmak için daha yakından bakması gerekti. Eğer dedi, “”iki insan birbirini çok severse, belki de böyle olabilirler. Ne yani, illa bu hikâyedeki gibi yorucu betimlemeler ya da tatsız tasvirlerle mi yapılması gerekirdi tanımı aşkın?” Gözlerini devirdi, aklına ilk gelen şarkıyı (bu şarkıyı söylerken başkalarının duymasını hiç istemezdi, paylaşmak istemezdi zira) mırıldanmaya başladı. Dünya’da milyarlarca Âdem ve milyarlarca Havva vardı. Gerçekten birbirini bulursa ikisi, sevmek sadece şehvetli ellerle, duygusuz reflekslerle ve abartılı sunumlarla gösterilecek bir çeşit takı değildi. Nefesini paylaşmaktı, yüzündeki her ifadenin sebebi olmaktı belki de. Biraz önce kulak misafiri olduğu iki kadının konuşması kafasında yankılandı: “Hayat sürprizlere gebedir kızım, hiçbir zaman işlerinin planladığı gibi gitmesini bekleme. Bırak Allah senin hakkında en uygununu versin. Vardır onun bildiği bir şeyler, sadece bekle, sabret ve yoluna devam et.”
Adam:
Sahile çıktığında gözleri ilk yeni bir paket alabileceği büfe aradı. Gözüne hiçbir kulübe benzeri bir şey çarpmadığı gibi, ortada canlılık namına en ufak bir hareket de yoktu. Yine de kıyı hattından ilerlemek istedi sebebini düşünmeden. Belki de yalnız, sessiz ve sakin kalmayı istiyordu zihni. Kafasına kazınmış alıntılardan, şarkı sözlerinden, dizelerden kurtulmak, onları unutmak istiyordu. Kolay değildi bu. Farklı bir şeyler düşünmek için aklına bu sabah okuduğu gazetenin ilk manşetini getirdi. Parlamentoda alınan kararlarla ilgili bir şeydi galiba. Siyaseti sevmez, siyasetçiye saygı duymaz, siyasi en ufak bir gaye içeren konuşmadan tiksinirdi. Siyaset dediğin şey, sözde halkının çıkarlarını el üstünde tutmak, fakat gel gör ki diğer eliyle çaktırmadan halkı tuttuğu elinin avucundan dökülen birkaç ufak ve değersiz (!) parçayı yere düşmesin diye cebine atmaktan başka bir şey değildi. Yine düşünmeden edemedi ve Nietzsche ‘den bir alıntı ile devam etti “Delilik, kişide seyrek görülen bir nesnedir: Gruplar, partiler, uluslar, çağlar için ise bir kural hâlindedir.” Kayalıklara çarpan bir dalganın üzerine sıçrattığı suyla birlikte irkildi ve birkaç ufak küfür sıraladı.
Kadın:
Caddeyi boydan boya geçmesini müteakiben, sağ ve sol olmak üzere ayrılan bir yol ayrımına vardı. Sağa dönmek istedi ve yokuş aşağı inerken burnuna gelen deniz esintisinin hafif yosunlu, bir miktar da tuzlu kokusunun da etkisi olacak, yeni bir yol ayrımına vardığında deniz kenarından gitmeyi seçti. Yanından geçen seçim arabasının tat kaçıran melodisini duydu. Anlam veremediği 20. Yüzyıl inovasyonlarından birisiydi bu. Yani acaba hangi insan sırf sokaklarda gümbür gümbür şarkı çalıyor diye o arabanın şarkısını çaldığı partiye (ya da şahsa) oy verirdi ki? Araba yanından ayrılmasına karşın, tatsız bir şey yenildikten sonra ağızda kalan o çirkin tadı yok etmek isteyen birisinin tatlı bir şeyler yemesi gibi o da kulaklığını taktı ve güzel bir şarkı açtı.
Adam ve gördükleri:
Sigarasızlık, nasıl bir stres yaptıysa adımlarının ritimleri iyice bozulmuş, kolları sabit kalacakları bir yer arasa da ellerini bir cebine atıyor, bir belinin üstüne koyuyor, bazen de öyle başıboş yerçekiminin etkisine bırakıyordu. Hava iyice kararmış, sokak ışıkları sokağın üstüne turuncu bir nevresim sermişlerdi. Denize çok kısa bir bakış attı, kafasını tekrar önüne çevirdiğinde onu gördü. Karanlıkta rengini seçemediği, fakat uzun ve düz olduklarını tahmin ettiği saçları, belirli bir hat üzerinde attığı adımları ile sanki bir çeşit parkuru takip ediyormuş havası olan, kendisine yaklaştıkça ışığın etkisiyle güzelliği daha da belirginleşen bir kadının kendisine yaklaştığını fark etti.
Kadın ve gördükleri:
Uzun ceketi (ki ilginç bir şekilde gövdesinin ve bacaklarının sadece sol tarafı ıslanmıştı ?), dağınık saçları ve ona nispeten daha düzgün vaziyetteki sakalları, düşünceli bakışları ile etrafı süzen gözleri ile bir adam tam da karşısından onun olduğu tarafa doğru yaklaşmaktaydı.
Adam ve gördükleri:
Işık, kadının yüzündeki gölgeleri tamamen aydınlattığında, kalbinde uzun süredir hissetmediği bir ritim oluştu. Aralarında on beş bilemedin yirmi adım vardı. Aradaki mesafeyi uzatmak istercesine adımlarını yavaşlattı. O arada da zaten on bir adım kaldı.
Kadın ve gördükleri:
Uzun bir süredir ilk defa bir bakışın, kendi gözlerine dokunduğunu hissetmiyordu. O da aynı merakla ona bakmaya başladı. Acaba bir şey mi soracak mıydı? Belki konuşmak istemişti de onunla ama uygun girizgahı yapacak bir şeyler düşünüyordu?
Aynı hizaya gelmelerine beş adım kaldı.
Adam ve gördükleri:
Elleri o stresle bir sigara almak için cebine gitti. Hoş, eli tam da cebine girdiği anda paketi attığı aklına geldi. İçinden okkalı bir küfür geçirdi, hamle sırası geçmişti eli de cebinde takılı kaldı.
Kadın ve gördükleri:
Karşısındaki adamın elleri cebine gidince tedirginleşti. İçgüdüsel olarak ondan bir miktar uzaklaştı. Ve eli yumruk vaziyeti aldı.
Adam ve Kadın’ın bilmedikleri:
Aynı hizaya geldiklerinde ikisi de gözlerini birbirine dikmiş olsalar da, ne birbirlerini ne de birbirlerine bakan gözlerini görebildiler. Aradaki mesafe açıldıkça sırasıyla heyecan, pişmanlık, merak ve en sonunda bıkkınlık hisleri tarafından yoklandılar.
İkisi de birbirlerinden, birbirlerini bir daha göremeyecekleri kadar uzaklaştıklarında şayet ikisinden birinin bir atılımı ile dursalar, tanışacaklarını, birbirlerinden hoşlanacaklarını, önce adamın bildiği güzel bir restoranda, bir hafta sonra da kadının çalıştığı kafede buluşacaklarını, aslında en çok aynı hayvanı sevdiklerini, lisede hep aynı dersten kaldıklarını, ikisinin de “Titanic” filmini izlediklerinde ağladıklarını, yaklaşık 9 yıl birlikte olacaklarını bu esnada kadının, erkeğin fikirlerindeki sivri köşeleri törpüleyeceğini, adamın da kadının uzun süre önce minimum seviyeye düşmüş duygu yoğunluğunu canlandıracağını, kısaca en başından beri birbirlerini aradıklarını bilmiyorlardı..