“Geri zekâlılar! Birbirinizi öldüreceğinize faşistleri öldürün!” Elinde zar zor bulduğu yiyeceklerle evine dönmeye çalışırken Stalinist düzenli askeri birliklerle Troçkist milislerin çatışması arasında kalan kadın böyle der.
İspanyol İç Savaşı kimilerine göre II. Dünya savaşının bir ön gösterimi niteliği taşır ve dönemine ışık tutar. Hatta dönemine ışık tutmakla da kalmaz o dönemin düşünce ve duygu dünyasını anlamamızda kilit rol oynar. Yapılan demokratik seçimler sonucu işçi sınıfı başa gelir ve hükümeti kurar. Ancak bu durumdan ve geri kalan dünyanın değişiminden korkan askerler, burjuva sınıfı ve din adamlarından oluşan bir grup General Franco’nun önderliğinde “Milliyetçiler” adıyla bir araya gelir ve başkaldırırlar. İsyan bayrağını çektikten sonra, orduyu da büyük oranda arkalarına alan grubun çıkardığı iç savaşın gölgesinde bir milis gücünün gözünden anlatır Ken Loach bize hikayesini. 1995 yılı İngiliz-İspanyol ortak yapımı “Ülke ve Özgürlük” filminden bahsediyoruz. Filmi izlerken ne gibi hisler uyandırdığını, hikâyenin tarihsel sürecini, filmin perde arkasını ve bize ne mesaj vermek istediği gibi birçok noktaya bu yazıda değinmek ve aktarmak gibi bir niyetim olmasına hatta bu yazı için filmler ve film eleştirileri konusunda çok güvendiğim özel bir insandan yardım almama rağmen ilk sinemaya dair yazım olduğu için hataları ve eksik noktaları lütfen mazur görünüz.
İngiltere’de işsizlik maaşıyla geçinen Komünist Partili bir adamın yoldaşlarına destek olma arzusuyla İspanya’ya gelmesini konu ediniyor filmimiz. Filme başlamadan önce bakındığım kadarıyla yönetmenimiz oldukça kendine has bir tarza sahip. Çokça meseleleri film içerisinde insanlar üzerinden tekrar sorgulatmayı seviyor. Bunu filmin daha ilk anından sonuna kadar birçok sahne de anlıyorsunuz. Bir köyün işgali sonrası bir masanın etrafına köy halkını oturttuğu bir sahnede faşistlerin köy içerisinde sembolü haline gelmiş zengin bir adamın evinde “artık halkın malı olmuş olan” geniş ve kaliteli döşenmiş odada ele geçen arazilerin kullanımı üzerine konuşmaya başlıyorlar. Burada komünizm adına uzun zaman tartışma yaratan toprakları kolektifleştirmeli mi? Yoksa kısıtlı özel mülkiyete izin mi vermeli? Konusunu bir de burada düşünün dercesine tekrar tartıştırıyor. Bu tekrar düşündürme aslında sadece izleyiciye bir fırsat vermeden ibaret değil. Yoğun bir eleştiri barındıyor. Komünizme karşı Loach burada ağır eleştirilerinden birini dile getirir. Fırsatlar ve imkanlar oluştuktan sonra oluşan hiçlik ve kararsızlık anıdır bu eleştirilen olgu. Komünizm gerçekten Loach’a göre sonrasını düşünmeden hareketin bir gösterimidir. Kavga ve mücadele kısmında bir şekilde başarılı olmanın ötesinde bir köy halkı dahi ne yapacağını ve nasıl yapacağını ancak köy kurtulduktan sonra konuşur. Belki de konuşacak fırsat ve düzen olmadığı için bu kadar plansız gidilmiştir diyebilirsiniz ancak tarih sahnesinde yer alan benzeri çoğu olayda yaratılan fırsatlar sonrasında oluşan belirsizlik ve düzensizlik arasında aynı akıbete uğramıştır.
George Orwell’in savaşa dair anılarını yazdığı “Homage to Catalonia”ya bolca gönderme yapan hikâyenin üzerinden anlatıldığı asıl adamımız David Carr’ı Harry Potter Ve Felsefe Taşından tanıdığımız Ian Hart canlandırır. Burada açık yürekli olmak gerek, sizi filmin içinde tutan bir oyunculuk sergilemiş. David İngiltere’den geldikten sonra, dışarıdan gelen insanlardan oluşan bir milis gücüne dahil edilir ve cepheye giderler. Ancak tam donanımlı silahları ya da sağlam savaş malzemeleri yoktur. Ellerinde olan eski tüfekler ve etraftan topladıklarıyla idare etmek zorundadırlar. Çünkü halihazırda dünyada gerçek anlamda bir faşizm rüzgârı esmektedir. Almanya’da Hitler İtalya’da Mussolini liderliktedir ve dünyayı kasıp kavurmaktadır. Bu sırada çoğu ülke savaş sonrası toplanma ve kendi iç meselelerine yoğunlaşmıştır. İspanya’da yaşanan seçilmiş hükümeti devirmeye yönelik harekete ve sonrasında evrilen iç savaş durumuna kimse müdahil olmamaktadır. Bu biraz da bize işimize geldiği kadar demokrasi diyen insan kitlelerinin özetini sunmaktadır. İşlerine yaramayan bir demokrasidense işlerine yarayan bir imparatorluğu hatta despotluğu tercih ettiğini hem tarih hem de filmin devamı acı bir şekilde gösteriyor.
“Yaşadığımız yüzyılda, halkın bu gezegenin gerçek sahibi olabilmesi için birkaç büyük fırsat çıkmıştı, bu da onlardan biriydi.” Der Loach İspanya İç Savaşı için verdiği bir demeçte. Gerçekten de böyle olduğuna inanır ve bu filmi ağır eleştiri olarak bu fırsatı değerlendirmek yerine kendi iç kavgalarına tutuşanların önüne koyar. Dışarıda herkes kendi derdinde olabilir ve hatta demokrasinin işlerine gelmediği zaman takılmayacak kadar önemsiz olduğu bir devri gösterebilir bu film. Ama bunun da ötesinde bize ideolojiler ve insanlar arasında oluşan karmaşık bağı sorgulamaya iter. Bir tarafta gerçekten hayata sadece ideolojiler üzerinden tutunmuş inanan insanlar bir tarafta sadece kendi karnını doyurabilmenin ve bir gün daha yaşayabilmenin derdinde olan insanlar ve tüm bunlardan uzakta ideolojileri, zayıf insanlar üzerinde birleştirici olarak kullanıp bunlardan kendi menfaatleri doğrultusunda yararlananlar. İşte bu filmde üç grubu da net olarak görebilirsiniz: Piyonlar, Halk ve Sözde Liderler. David ve arkadaşlarından oluşan milis gücü filmin başında gözlerinizi yaşartacak kadar devrime ve onun korunacağına inanıyorlar. Hatta şehir işgali olan bir sahnede karakterlerden biri halkı korumak ve şehri almak için girdiği çatışmada halkı rehin alanlara ateş ederken halktan insanlara da ateş edecek kadar gözünü karartıyor. Çok fazla olan bu inancın sonunda, önce kadınlara inandıkları liderleri tarafından bir darbe vuruluyor ve kadınlar çatışmalardan men ediliyorlar. Sadece cephe arkası mutfak, sıhhiye gibi görevlerde kullanılmaya başlıyorlar. (Bu da savaş dönemlerinin feminizme ne kadar büyük bir darbe vurduğunu göstermek için Ken Loach’ın gözler önüne serdiği detaylardan biridir.) Sonra ise adına savaştıkları milis güçlerin Rusya güdümünde ve desteğinde olan düzenli birliklere katılımı rica ediliyor. Milis gücünde olanlar buna oy çokluğuyla başta karşı çıksa da filmin sonunda trajik bir şekilde aynı safta savaştıkları tarafından önce terörist ilan ediliyorlar sonra tutuklanmaya çalışılıyorlar. Tüm bunlar olurken piyon olduğunu anlayan birkaçı direnmek istiyor ancak uyanmak için geç bir süre olduğunu “sözde liderlerinin emrinde olan dostlarından” kurşun yiyince anlıyorlar.
Filmin birçok yerinde Altın Palmiye ve Ekümenik Jüri Ödülünün hakkını veren Loach iç çatışmalar eşliğinde dağılan önce birbirine düşen ve hemen ardından düşmana yenilen bu grupların süreçlerini inceleyerek bir nevi neleri batırdıklarını gözler önüne seriyor. Stalinistler ve anti-stanilistler gözünden İspanya İç Savaşı‘nın nasıl Franco tarafından kazanıldığını anlatsa da getirdiği eleştiri tüm ideolojiler ve liderlere. Neden insanlar inanır ve neden o insanları kullandılar temasını umarım günün birinde yıkan liderler ve fikirleri bu dünyaya ışık tutar. Oyunculukların çok doğal olduğu ve mekân seçimlerinin de bu doğallığa ekstra katkı sunduğu bu 1995 yılının Avrupa film ödülleri seçkisinde en iyi filmi seçilen yapıt gerçekten sizi 1930lar İspanya’sına götürüyor ve savaşı siz de yaşıyorsunuz.
Agrupémonos todos,
en la lucha final.
El género humano
es La Internacional.
Serra Semiz’in katkılarıyla