Hızlı yaşıyoruz. Hayatın akışına ayak uyduramıyoruz. Ne yazık ki hayat denilen olgu, çoğu zaman modernitenin oluşturduğu sistemde “var ol!” demesidir. Sistem, bir yandan kendi doğrularını dayatırken öbür yandan dayatmalara karşı bireyin “biricik” olabilmesi için alternatiflerini de kendisi sunuyor. Bir nevi paradoks doğuyor. Birey bu ekosistemde yaşantıları takip ediyor, yüzeysel ekolleri içselleştiriyor, topluluğun düşüncesi ve beğenileriyle yoğruluyor. Sonra gün geliyor, elde ettiği kazanımlar en ufak sarsıntıda yıkılıyor. Anlıyor ki hiçbiri de kendisi değil.
Hayatın ne olduğuna dair her insanın birkaç kelime söyleyeceği vardır herhalde. Ben de kendi düşüncemi söyleyeyim: Deneyimlemek ve şahitlik etmek. Hepimiz bu kâinatın bir parçasıyısız. “İyi” ve “kötü” mekanizmasında ‘doğru’ ile ‘yanlış’ı akledebilme, analiz edebilme ve seçebilme yetisine sahip bir türüz. Birey olarak önce kendi yaşamımızdan, ardından da aynı atmosferi paylaştığımız canlılardan mesulüz. Çünkü her birimizin hareketi bir başka şeyi etkiliyor. Tarihsel süreçte inşa ettiğimiz birçok normlar olmuş, yıkılmış veyahut süregelmiş. Günümüzde ise insanlık bugünün tarihini yazıyor. Ve bugünün tarihinde depresyon, yaşamı etkileyen en net belirti olarak karşımıza çıkıyor.
“Depresyon: Uyaranlara karşı duyarlığın azalması, girişim gücünün ve kendine güvenin yiterek umutsuzluğun, karamsarlığın güçlenmesi biçiminde beliren ruhsal bozukluk.”. Dilimize Fransızcadan geçen kelime etimolojik olarak çukur, çöküntü, bastırma gibi anlamlara sahip. Ancak maalesef günlük dilimize fazlaca pelesenk ettiğimiz bir kavram oldu. “Ağbi depresyondayım yha”, “yine depresyon modu fln işte”, “depresyondayım, unutuldum aldatıldım…” gibi gibi ifadelere sanırım aşinasınızdır. Lakin bir gerçek var ki depresyon, tıbbi literatürde gerçekten bir hastalık.
Bireyin depresif belirtiler göstermesi ile depresyonda olması arasında ciddi bir fark vardır. Psikiyatrist Nevzat Tarhan bir röportajında Türk toplumunun yarıya yakınının depresif belirtilerinin olduğunu; ancak tıpkı Avrupa ve Amerika’da olduğu gibi depresyondaki hasta sayımızın araştırmalar sonucu %17 olduğunu belirtmiştir. 2020 sonrasında depresyonun yaygın hastalıklar kategorisinde olacağı beklenmektedir.
Diyelim ki bir yakınınızı kaybettiniz ve bunun hüznünü yaşıyorsunuz. Sürekli uyumak ve onu düşünmek istiyorsunuz. Ancak belli bir süre sonra bu duruma alışır ve hayatınıza devam edersiniz. Sadece insani bir duygu olarak belli zamanlarda o kişiye karşı özlem duyarsınız. Veyahut sevgilinizden ayrıldınız, çok yıkıldınız, çikolata yeme krizlerine girdiniz… Ama bir süre sonra hayatın devam ettiğinin bilinciyle günlük yaşamınıza dönersiniz. Ya da diyelim ki çok önemsediğiniz bir sınavda başarısız oldunuz ve tüm hayalleriniz tüm emekleriniz yıkıldı. Çevrenizle iletişimi kestiniz. Kendinize öfkelisiniz ve ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. Sonradan anladınız ki bir kere daha deneyebilir veyahut daha farklı çabalar gösterebilirsiniz. Kızgınlık, öfke, üzüntü, özlem, tembellik gibi duygular insani olarak olaylar karşısında sizin deneyimleriniz ve tepkileriniz oluyor. Tüm örneklerde hayatın bir şekilde devam ettiğini; birey depresif belirtileri bir süre gösterse de bu durumdan kurtulduğunu anlıyoruz. İşte tam bu noktada, duygudurumu depresif belirtileri uzun süre gösteren ve onları aşamayan kişiler depresyondadır.
Depresyondaki birey sürekli çevresindeki kişilere ve olaylara karşı derin bir üzüntü ile ilgisizlik halindedir. Geleceğe ve yaşama karamsar bakar. Kendisine olan özsaygısını yitirmiştir. İş, özel zevkler, bireysel ilişkiler, cinsel aktivite de dahil olmak üzere hiçbir şeyden zevk alamazlar. Umutsuzluk ve çaresizlik duyguları o kadar yoğun olabilir ki düştükleri bu durumdan hiçbir şekilde kurtulamayacaklarını düşünebilirler. Basit günlük aktiviteleri bile yapmakta güçlük çekerler. Anksiyete (bunaltı, kaygı) düzeyi bu dönemde bireyde artabilir
Peki bu depresyon kalıcı mıdır, nasıl tedavi edilir?
Öncelikle uzmanlar depresyonu gen yatkınlığı olan bir hastalık olarak tanımlıyorlar. Çocukluk dönemi de dahil olmak üzere, çevre etkisiyle bireyin her yaşında gözlenebilir. Depresyonu genel olarak iki çeşitte sınıflandırabiliriz: Ağır (majör) depresyon ve geçici depresyon.
Geçici depresyonda kişi hayatındaki bir olguyu aşamamaktadır. Gerçeklikten kopmakta veyahut sorununu ötelemektedir. Aşamadığı durum onu zamanla daha fazla depresif belirtiler göstermeye iter ve depresyona girer. Kişi bu noktada hemen psikiyatriste gidip ilaca sarılmaktansa, bilinçli bir adım atarak psikoterapi almalıdır. Psikoterapi ameliyat kadar ciddi bir iş, ehil ellerde yapılmalı. Bir insanın bedeni ameliyatla, ilaçla düzeltilebilir; ama zihni, egosu, hayata bakışı, bilinçaltını düzeltmek hiç de kolay değil. Onun için etik boyutta bilimsel standartta yapılması gerekir. Psikoterapi sohbet etmek değildir. Bireyin farkındalığını arttıracak ve çözümleyemediği noktaları profesyonel bir gözle göreceği bir ruhsal tedavi yöntemidir. Kişinin gideceği psikoloğun hangi dallarda uzmanlık yapmış olduğunu araştırması kendi tedavi sürecini olumlu etkileyecektir.
Kişi eğer majör depresyonda ise, ki bunu gideceğiniz uzman psikolog veya psikiyatrist anlatılarınız üzerinden tespit edecektir, kesinlikle ilaç tedavisi de önerilmektedir. Antidepresan hakkında yine toplumsal mitler bulunmaktadır ama uzman kontrolünde ve takibinde size uygun ilaç bulunarak nöron sağlığınız için doğru adımı atabilirsiniz.
Depresyon hastalığı için toplumlardaki algı değişmeye başladı ancak yetersiz. Yani depresyondaki kişiye genellikle “takma kafana, geçer, neyin eksik, yediklerin önünde yemediklerin arkanda” gibi algılarla yaklaşılıyor. Siz hayatını düzene koymak isteyen bilinçli bireyler olarak toplumsal normları ve önyargıları bir kenara bırakarak kendiniz ve hayatınız için pozitif adımları atabilirsiniz.