Bir süredir müdavimi olduğum, müzik tercihleri dengesiz bir kafenin diğer köşelerine nazaran daha sessiz bir noktasında ben, bilgisayarım ve masanın üzerinde altı çizilmeyi bekleyen cümlelerle dolu sayfaları açık kitabım ile bu ayın yazısını yazmak için hazırız. Sen de hazırsan sevgili okuyucu bugün seninle Orta Çağ ile özdeşleştirdiğimiz en ilginç ve belki de en sevimsiz konulardan birisi hakkında konuşacağız. Şimdiden ufak bir uyarı yapayım. Aralık ayında gönderilmesini planladığım bu yazının Ocak ayına sarkması münasebeti ile beklenenden uzun bir yazı olacağını tahmin ediyorum şu anda okuduğun metnin. Bu konuda editörümüzden, kendisine yaptığım bu düşüncesiz saldırı için özür diliyorum. Öyleyse başlayalım.
Kusura bakmayın girişi hazırlayayım derken yazacağım konudan bahsetmemişim. Bu ayın konusu, son zamanlarda “The Chilling Adventures of Sabrina”, “Harry Potter“, “Paranormal Activity” gibi çeşitli dizi, film ve kitapların da etkisiyle büyük bir merak dalgası oluşturan nosyonlar cadılık, büyücülük ve şeytanın yoldaşlığı ile ilgili. Öyleyse sayın okuyucu, artık etrafına tuzdan Pentagram mı çizersin, dua mı okursun; yoksa “ben şeytandan daha tehlikeliyim” gibi tumblr vari sözler mi sarf edersin bilemiyorum fakat anlatacağım konu elbette çok da hayırlı bir içerik barındırmıyor.
Öncelikle cadılık nedir, ne değildir bundan bahsedelim istersen. Cadılık yahut büyücülük dediğimiz şey, geçmişi çok eskiye dayanan Pagan dininin öğretilerini büyük ölçüde devam ettiren (ki bilin bakalım bu en çok hangi güzide kurumu kızdırır?), beyaz (tehlikesiz) ve kara (ocağına incir bahçesi kurar) olmak üzere iki çeşit büyü türü ile ilgilenen insanların yaptıkları negatif ya da pozitif amaçlar için kullanılabilen bir aktivite türüdür diyebiliriz. İyi amaçlı olanlar fal bakmak, sevdiğin de seni seviyor mu öğrenmek ve hastalar için şifalı karışımlar hazırlamaktı. Kara büyü ise fiziksel ve ruhsal manada ciddi hasarlar vermek için kullanılırdı. Tabi ki bu işleri bir aktivite olarak kabul etmemiz saçma olur fakat nitelendirecek bir kelime aklıma gelmedi bu olayı şimdilik. Ayrıca cadılar, uzun burunlu, çirkin suratlı, süpürgesi ile uçan insanlar değillerdi. Gayet normal köyde her an karşına çıkan bir çiftçi ya da hemen yanı başındaki komşun olabilirlerdi.
Yazımızın asıl konusu yukarıda da hakkında ufak ipuçları verdiğim “cadıların kendisi” değil; bazı kaynaklara göre Avrupa’da 250.000, bazılarına göre ise de 3 milyon kadının yakılarak, soğuk sularda boğularak, iğne ile delinmemiş yer kalmayacak şekilde vücudu parçalanıp acı çektirilerek ölmesine sebep olan beşeri bir felaket olan cadı avlarıdır. Orta Çağ lafını duyduğumuzda tüylerimizin ürpermesine sebep olacaklar listesinde ilk maddede olması lazım değil mi?
Değil sayın okuyucu, değil. Cadı Avları gerçek anlamına on beşinci yüzyılın ikinci periyodunda ulaşmaya başladı. Orta çağ ise Amerika’nın keşfi, Mağribilerin İspanya’dan kovulması, bizim ders kitaplarımızda ise İstanbul’un fethi ile sona erdi. Yani şiddetli Cadı Mahkemelerine biz ilk defa Erken Modern Avrupa’da rastlıyoruz. Ama Onedio’da Orta Çağ’da Cadı Avları diye sayfa var ve her şeyi anlatıyor, dersen ensene şaplağı indiririm. Aynı site senin hangi çatal kaşık takımı markası olduğunu da söylüyor. Fakat bir noktada şunun varlığı reddedilemez: Orta Çağ’da da “Cadılık” kavramı çok da kulağa hoş gelen bir şey değildi. Bak cadılık diyorum, cadı değil. Çünkü cadının varlığına o dönemde inanılmıyor. Hatta Şarlman, Saksonya’da meşru liderliğini ilan ederken şayet bir kişi herhangi birisinin cadı olduğunu iddia eder ve bunu kanıtlayamazsa kendisinin ölümle cezalandıracağını belirtiyordu. Dönemin Hristiyan bilginlerinden Aziz Augustinus Cadılığa inanmanın Hristiyan öğretisinden uzak olduğunu ve cadılığa inananların kâfirliğe yaklaştığını anlatıyordu. Aziz Sagobard az sonra da hakkında konuşacağımız, cadılığa ait bir vasıf olduğu düşünülen hava durumunu değiştirme ve kıtlığa sebep olmak gibi işlerin var olduğuna inanmayı reddediyordu. Evet, arkadaşlar Orta Çağ’da cadılık daha gelişmemişti, yazımız burada bitti. Yazımı beğendiyseniz, beğen butonuna kafa atmayı ve dergimize abone olmayı unutmayın. Neyse, şaka bir yana Cadılık kavramına madem girdik tarihinden ve bu inancın sebeplerinden de bahsedelim. Hristiyanlık, Musevilik ve İslam gibi dinlerde büyü yapmak ve onunla ilgilenmek net bir şekilde yasaklanmıştı. Mesela “Büyücü kadını yaşatmayacaksınız” (Exodus 22:18) ya da “Kim cincilere, ruh çağıranlara akıl danışır, bana ihanet ederse, ona öfkeyle bakacak, halkımın arasından atacağım” (Leviticus 20:6) gibi ayetler söz konusu muhalefeti net bir biçimde gösteriyor. Bu arada şunu da belirtelim: bu dinlerden önce de sihir ve büyücülük vardı. Hammurabi Yasalarında herhangi bir büyülenme durumunda yapılması gereken işlemler bir bir anlatılmıştır. Mısırda, Mezopotamya’da büyünün ve büyücülüğün varlığı kabul edilen bir olguydu. Gel gör ki Erken Modern dönem dediğimiz 15. Ve 18. Yüzyıllar arasını kapsayan dönem Avrupa’da çok büyük bir felakete yol açtı. İşin garip tarafı bu mesele Orta Çağ’a atfedildi. Nadir olsa da söz konusu çağ, cadı avlarına tanık olmuştu, cadı mahkemeleri kurulabiliyordu fakat Şarlman’ın deklarasyonu sonrası Kilise Yasaları bu kararı onadı. 11. Yüzyılda, Macar Kral Coloman, cadı avlarının durdurulması gerektiğini söyledi. Buraya kadar aklınızda bir soru işareti olmadığını varsayıyorum. Öyleyse şimdi Cadı Avlarının sebeplerini incelemeye başlayalım.
Erken Modern Avrupa’nın kötü bir alışkanlığı vardı sayın okur: Kötü hava durumlarını ve kıtlığı seviyordu. Özellikle 15 ve 17. Yüzyıllar arası süreç, çok şiddetli kışlar, fırtınalar ve kıtlık dolayısıyla nüfusta inanılmaz bir kırılma ihtiva ediyordu. İngiltere’de, Hollanda’da yollar, nehirler buz tutuyordu ve dönemin halkı buna alışkın değildi. Ekinler, tarlalar zaten yerle bir olmuş ya da fazlasıyla verimsizleşmişti. Şimdi bir düşünelim: siz Avrupa’da kendi halinizde bir çiftçisiniz ve son yılki şiddetli fırtınalar ekinlerinizi mahvetti. Kalanları da, açlıktan köylere gelmeye cüret eden fare ve kemirgenler tarafından kemirilmiş ve şimdi de aynı yaratıklar evinizi basmış mutfakta geziniyorlar. Tanrı da sizi seviyordu Kilise’nin anlattığına göre, ne değişti şimdi. Cevap belli: Cadılar köyünüze saldırıyor! Yazının üçüncü kısmında (ki bu mart ayına tekabül ediyor) cadı mahkemelerindeki yöntemler ve işkencelerden bahsederken ismini sık sık anacağımız kitap “Malleus Maleficarum” sözde cadılığın bu kötü emellerini ayrıntılarıyla anlatır. Hatta kitabın o dönemde cadı-avcılarının el kitabına dönüşmesine ve meşru bir cadı avı kılavuzu olmasına olanak sağlayan, kitabın başındaki Papalık Bildirgesi şunları söylemekte idi: “farklı cinsiyetlerden insanların, yeryüzünün nimetlerini, şaraplarımızın üzümlerini, meyve ağaçlarını, çayırlarımızı, bahçelerimizi ve tüm tahılları yerle bir ettiklerine dair şeyler kulağımıza geldi”. Hatta kitapta “How they Raise and Stir up Hailstorms and Tempests, and Cause Lightning to Blast both Men and Beasts” (Nasıl Fırtına ve Dolu Yağmurları Oluştururlar ve İnsanları ve Tüm Yaratıkları Şimşeklerle Havaya Uçurururlar) adlı bir bölüm var. Fakat bu konuda en ilginç veriyi bizlere Emily Oaster veriyor. Yazı çok uzamaya başladığı için kısaca aktarıyorum: Hanımefendinin yaptığı araştırmalara göre küçük buzul çağı dediğimiz bu değişik ve uç hava durumları esnasında Avrupa’da kurulan cadı mahkemelerinin sayısında ilginç bir artış, havaların düzelmesiyle de bir iniş gerçekleşiyor. Sıcaklıkta her 1 derecelik düşmeye standart sapmada 0.20’lik bir artış. Ters orantıyı fark ettiniz değil mi? Aşağıya grafiği bırakıyorum. Bir de şu kemirgen ve fare olayı var. Söz konusu sevimsiz dostlarımızın varlığı da cadılara bağlanmıştı. İddialara göre cadı ve şeytanın dostları işlerinde örümcek, fare ve kurbağa kullanıyorlardı. Bu sebeple bir kadın evinde kutuda kurbağa bulundurmaktan idam edildi. Hatta cadı mahkemeleri sembolik duruşmalarda kurbağa ve fareleri cadılıkla ve şeytanlıkla suçladılar. Bazıları egzorsistler tarafından şeytan çıkarma ritüeline tabi tutuldular. Konuya ilgi duyduysanız “Rats, Witches, Miasma, and Early Modern Theories of Contagion.” adlı makale hoşunuza gidebilir, aşağıda bibliyografyaya koyacağım.
Şimdi dördüncü sayfayı bitirdik ve ben daha bir sebebi yarım yamalak anlatabildim. Bana kalsa daha devam edelim ama hem sen yorulursun sayın okuyucu; hem de her şeyi bir anda yığınca akademik bir araştırmaya dönüyor bu yazı ve ben bunu fazlasıyla yaptım okulda. Yeter artık. Bu yazıyı bir nevi Cadılığa Giriş 101 olarak kabul edelim. Şubat ve Mart aylarında bu konuda devam ederiz. Bir nebze kendisini de içerdiği için bu yazıyı Orta Çağ serimize ekliyorum. Arada atıflarda bulunabiliriz kendisine zira. İlerleyen iki aylık süreçte Cadıların varlığına olan inancın kalan diğer sebeplerinden, cadı mahkemelerinde neler olduğundan bahsedeceğiz. Unutma sayın okuyucu kötü çağ yoktur, ön yargılı anakronikler vardır.
*Küçük Buzul Çağı
Hava sıcaklığı ve Cadı Avı Mahkemeleri arasındaki ters orantı
(Emily Oaster)
Kısmen Orta Çağ ve Büyük Ölçüde Cadılık Hakkında Loş Bir Sohbet -2
*****
Bibliyografya
Oaster, Emily F. “Witchcraft, Weather and Economic Growth in Renaissance Europe.” Journal of Economic Perspectives, Winter 2004.
Cole, Lucinda. “Rats, Witches, Miasma, and Early Modern Theories of Contagion.” In Imperfect Creatures: Vermin, Literature, and the Sciences of Life, 1600-1740, 24-48. Ann Arbor: University of Michigan Press, 2016. http://www.jstor.org/stable/j.ctt1gk0873.5.
Trevor-Roper, “The European Witch-Craze of the Sixteenth and Seventeenth Centuries and Other Essays.” New York, 1969.
Behringer, Wolfgang , “Climatic Change and Witch-Hunting” Climatic Change, 1999
Boguet, Henri. Discours Des Sorciers. Lyon, 1610.
History.com Editors. “History of Witches.” HISTORY. September 12, 2017. Accessed 2018. https://www.history.com/topics/folklore/history-of-witches.