Anlatıyorum Anlatabileceklerimi
Ocak 8, 2019
“Boş Vermişliğe” Övgü
Şubat 8, 2019

Değişim: Bedel 1

Çok fazla anlamlar yüklenerek “taraflandırılmış” kavramlar vardır hayatlarımızda. Bir sözcük sonradan ona isnat edilen ifadelerle ağır yükler altında kalarak ilk başta ortaya çıkma nedeni olan anlamını aşmışsa o sözcük ya bir insanın hayatını etkilemiştir ya da bir toplumun kaderini. Değişim hem insanların hayatlarını hem de toplumların kaderlerini etkilemiş olan bir sözcüktür.

 

Ona yüklenen anlamların, verilen referansların ve oluşturulan beklentilerin çok fazla olmasından mı yoksa insanların kulağına cezbedici gelmesinden mi yoksa gerçekten çok fazla kez ve yerde işe yarayan bir yöntem olmasından mı bilinmez ama Değişim çok önemli bir yer edinmiş hayatlarımızda ve aynı şekilde dünya tarihinde. Yazının bu kısmından sonrasını iki farklı alanda ayrı ayrı ilerletip benzer noktaların varlığına işaret ederek aslında nasıl sonuçlar alınabileceğini inceleyeceğim. Sonuçlar ve sonuçların öncesinde verilen bedellerin hikayesini anlatma gibi zor bir işin altına girmeden bu kavramın ne kadar elzem olduğunun altını çizerek yeni yayın yılına girmenin manidar olacağını düşündüm, şimdiden keyifli okumalar. Değişim siz olun, değişimsiz olmayın.

 

Toplumlarda Değişim[1]

 

İnşa Süreci Ve Oturan Normlar

Toplumlar doğar yaşar büyür ve ölür. Her insan yapısı gibi toplumlar ve onun getirisi olan nüanslarda mükemmel değildir. Ve tıpkı yaratıcısı insan gibi şaşırtabilir, mutlu edebilir ve üzebilir. Bu yapının diğer insan yapılarından ayrılan yegâne özelliği etkinlik sahasının yoğun ve kabul gücünün yetkin olmasından kaynaklı. Bir toplumun kabul edilmeyen evlatları olmak insanlar için gerçek anlamda kabuslar doğurabilir ve dünya hayatında cehennemi yaşatmaya neden olabilir.

Toplum olmaya başladığı günden beri insan evlatları aslında “üstlerin” savaşını vermeye başladı. Kendi benliğinin ötesinde bir bilinç inşa ederek başlayan bu süreçte o bilinci dolduracak ve anlamlı kılacak taşlar ekleyerek binasını güçlendirdi. Aidiyet meselesini giderek anlamlandıran dünyamızda, bir noktadan sonra adı konmuş olsa da var olduğu günden beri başka isimler ve tanımlamalar eşliğinde bu süreci işletiyordu. Önceleri bağlı oldukları krallar, yöneticiler, inandıkları dinler ve tanrılar olabilecekken; bir yerden sonra milliyet olma ve aynı kandan gelme duygusunun genişlemiş hali de senaryolar arasına eklendi. Bu ait olma sürecinde, tarihin çoğu yerinde kendi kimliklerini ve hayatlarını onun adına verme hatta sunma, adanma noktasına geldi. Kutsallaştırılan bu noktalar insanlar için onur ve gurur meseleleri haline gelmeye başladı ancak bu tuhaf değildi. İnsanın içinde yer alan sosyal varlık olma dürtüsü gereği başka insanlarla etkileşimde olmak zorundaydı. Bu zorunluluğu yerine getirirken gözü karalık sergilemesi, bunu yaparken de kendisinin dahi mutlu olması aslında sosyalleşmiş olmanın ve en ilkel dürtüsünü yerine getirmiş olmanın verdiği bir rahatlama hissiyatıdır. Bu süreç insanın ilk şehirleri, toplu yaşam alanlarını kurması ile başlar ve günümüze kadar uzanır. Bir tatminiyet hissinin olması durumun daha da normalleşmesine neden oldu ve bu durum tam olarak insana hitap ediyor gibi yorumlandı. Ve tüm bunlar kabul edilen gerçekler oldu.

 

Alışılan Normlara Karşı Gelmek

İşte değişim bu noktada devreye girdi. Bu ana kadar oluşan evirilmeler aslında bir ilerlemenin parçalarıydı. Halihazırda bir organizmada doğduğu gibi kalmıyor, ufak evirilmeler meydana geliyordu ancak bunlar o kadar olağan çizgisinde ve çoklu kabullerle gerçekleşiyordu ki kimse bunları değişim olarak adlandırmıyordu. Onun başka bir alt kolu olarak tanımlıyor ve bu şekilde devam ettiriyordu. Ancak toplum yapıları bu kadar oturduktan ve “üst kimlikler” insan hayatının vazgeçilmezleri olmuşken bir değişim meydana geldi. Bu değişim toplumların tamamını etkilemedi. Daha doğru bir ifadeyle tüm toplumları eş zamanlı olarak vurmadı. Toplum normları oturduktan sonra bu normlar üzerinden kazanımlar elde eden faydalanıcılara karşı çıkan noktalar oldu. Avrupa’da kralın karşısında yer almak, Fransız İhtilali ve bireyselciliğin ön plana çıkışı toplumların başına gelmiş, üzerinden analizler yapılabilecek en iyi değişimlerden biridir. Neden sorusunun sorulmaya başlanmasıyla başlayan süreçte kralın ve asillerin elinde olanlara halkın tepki göstermesi sonucunda başlayan kıvılcımlar, bir noktadan sonra bireyi merkeze alan ve dünyanın en değerli varlığının birey olduğunu gösteren anlatılara meydan verdi.

Başta bireyin önemi üzerinden anlatılar yapan ve aslında ezilen bir konumda olan bireyi kalkındırmayı amaçlayan akım bir noktadan sonra koptu. Sadece bireyi dert etmeye başlayan bir çizgi de onun ihtiyaçlarını dahi görmezden gelerek, bireyin yalnızlığını ve biricikliğini övmeye başladı. Değişimin getirdiği bir noktadan toplumları etkilemeye başlayan bir sarmal meydana getirdi. Medeniyetler bireyi önceleyebilen ve kendi sistemlerini buna çevirenler ve çeviremeyenler diye ikiye ayrıldı başta. Gelişmişlik endeksi birey üzerinden kurgulanır oldu ve ona verilen hak alanıyla başlayan süreçte onun ne kadar iyi ve ne kadar bağımsız olabildiğiyle devam etti. Bu başta şok etkisi yaratsa da ekonomik ve sosyal araçlarla bu fikriyatın desteklenmesi bir anda büyümesine ve yayılmasına olanak sağladı.

 

Karşı Gelişin Zamansal Açısı

İnsanı merkeze alan bir pazarlama çağına giren dünyada birçok ülke refah seviyesini, birey özgürleşmesini ve ileri düzey hakları uygulamaya koysa da ferdin çok fazla öncelemesi kademeli olarak onun yalnız kalmasına yol açtı. Bireyin hiçbir noktada fedakâr olmasını istemeyen sistem sadece onu mutlu olacağı alanlara çekmek ve buralarda elini güçlendirmek adına çalışmaya yöneltmekle meşgul oldu. Bu fedakârlık karşıtlığının temelini her ne kadar bireyin biricik olmasından ve onun bir şey feda etmektense buna yönelten olguyu yok etmeye odaklanan sisteminin daha iyi olduğundan bahsetse de insanlar arası çıkarlar çatışınca sistemin büyüsü bozuldu. Değişim kendi yarattığı kutsalını bozmak istemese de bu ihtiyacı görmezden gelemezdi ve bu boşlukları dolduracak yeni alanlar oluşturdu. En basitinden bireyi önceleyen Avrupa medeniyetleri önce ona geniş haklar tanıyarak güvence altına aldı ki bu yapılması en doğru hareketlerdendi. Sonrasında bireyi merkeze alan kapital bir düzenin içerisine girdi ve bu aşamayla birlikte abartılan bir döngü başladı. İnsanların kendi elleriyle var ettikleri bir düzen, onları kullanarak varlığını sürdürebildiği için insanların bu yalnız kalma serüvenlerini gölgeleyecek ve değişime neden olan durumun değişmediği iddiasında bulundu. Değişimi bu vasıtayla sabitlemektense devam ettirmeye çalıştı. İnsanların yalnızlaşması sonucu açığa çıkan “varoluşu hissetme güdüsünü” diğer noktalardan telafi etmeye çalışsa da sistem, bu noktalar bu değişime özendirilen ancak bu değişimi tam anlamıyla yapamayan ülkelerde vardı. Değişimin önemli ve olması gereken bir araç olduğunu bir noktaya kadar kanıtladıktan sonra, düzenin de tesis edilmesini ve abartıya kaçılmaması gerektiğini gözler önüne seren bir özettir aslında toplumların serüveni.

Değişim olmalı ve sabit kalmanın zaman karşısında yitip gitmek olduğu unutulmamalı. Ama her şey gibi yerinde ve zamanında. Yazının devamı sonraki ayda bireyler üzerinde değişimle gelecek ve ödenen bedele dair düşüneceğiz.

 

 

[1] Yazının bu kısmı aziz kardeşime ithafendir.

 



Paylaşmak Güzeldir:

Nevzat Taşcı
Nevzat Taşcı
Galatasaray Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi okuyor. Çokça anlatmayı, insanlara bir şeyler katabilmeyi ve insanlardan durmadan öğrenmeyi seviyor. Simurg Derneği’nin Genel Sekreterliğini yapıyor. Münazara ve aktüelpolitik ile ilgileniyor. Bir gün bu dünyadan ayrılma vakti gelse de fikirlerinin ve yolunun insanlara ışık tutması ise en büyük ideali. Kendisini sürekli “Neden olmasın?” derken bulabilirsiniz. Sizlere çokça insandan ve sistemlerinden bahsedecek. Bu yolculuğunda ona eşlik ettiğiniz için minnettar.