Yeniden merhaba… Sistemler ve insan… Birbiriyle bağlantılı ve hatta iç içe geçmiş iki kavram. Çünkü biri diğerinin yaratıcısı.
İnsan doğası gereği durmadan bir düzen arayışı içerisindedir. Fark ettiniz mi? Düzensizlik olduğu anları düşünün hayatınızda, mesela taşınma anlarını tam bir düzeninizin olmadığı ne yeni evinize geçtiğiniz ne de eski evinizde tam kurulum kaldığınız o boşluk anlarını ya da üniversite sınavından çıktığınız ve bir anda boşluğa düştüğünüz yaz tatilini. Özellikle yazları düşünün ne demek istediğimi anlayacaksınız. Okulu hiç sevmeyen ve durmadan şikâyet eden çocuklar bile yazın sonuna doğru bir arayışa girmişlerdir. Bu okulu çok özlediklerinden derslere bayıldıklarından ya da efsane bir arkadaş ortamlarının varlığından kaynaklı değil sistemden kaynaklı daha doğrusu sistem eksikliğinden. Her gün sabah kalkıp bir rutin içerisinde hazırlanıp gittiği yeri elbette bir süre sonra her çocuk içselleştirir. İyi ya da kötü önemli değil ama önemli olan kurulan düzen ve bu düzen içerisinde hiç memnun olmayan çocukların bile bu düzen ortadan kalkınca o düzene özlem duyması ve onun eksikliğini hissetmesi. İnsanın kurmuş olduğu en yaygın sistemlerden biri olduğu için okulları örnek verdim. Çocukluğunuz boyunca, çocukluğumuz boyunca gittiğimiz okulları. Hayır bu yazı okullara karşı yazılmış bir yazı olmayacak tek bir hedefim var o da sistemleri analiz etmek daha doğru bir ifadeyle sistem olgusunu analiz etmek. Geri dönecek olursak insan varlığı gereği bir düzen arayışı içindedir. Bu arayışını ise belirli sistemler ve düzenekler kurarak gerçekleştirmiştir. Sonuçta insan doğası yaratıcı ve düzen meraklısıdır, bundan bahsettik. Ancak bu kurulan düzenlerde bir nokta var ki sanırım hem insanlık tarihinin bugüne gelebilmesinde çok büyük yeri var hem de insanın insana karşı savaşında… Bahsetmek üzere olduğum şey insan ırkının devamlılığını sağlayan yegâne enstrüman, Aktarıcılık yani kümülatiflik.
Bir olgu ya da olay olurken en büyük ortak nokta olarak gözümüze çarpan süreçtir. Hepsi bir sürece gereksinim duyar. Bazen bu süreçler hızlı ve acısızdır. Çok fazla etki bırakmaz başlar, olur ve biter. Ama bazı süreçler ise uzun ve sancılıdır insan üzerinde çok fazla etki bırakır. Tüm bunlardan bağımsız olarak kimi süreçler çok uzundur. O kadar uzun ki insan ömrüne sığmazlar. Nesiller boyu yaşanmaya devam ederler ve başladığı anda hayatta olan insanların torunlarına dahi etki etmeye devam ederler. İşte aktarıcılık burada devreye giriyor. Bilgi kümülatiftir. Bunu herkese okulda öğretirler. Bilimler insanlık tarihi boyunca insanlar tarafından teslim alınır, geliştirilir ve teslim edilir. İnsan hem kendi aktarımını yapar hem de bir sonraki nesle onu devreder ki o da geliştirsin, faydalansın diye. Aynı şekilde felsefede de düşünürler felsefenin doğasının kümülatif olduğunu ve yığılarak ilerlediğini söylerler. Felsefede ve bilginin daim kılınmasında bu kadar işimize yarayan ve bizi ilerleten olgu sosyal hayatta da acaba aynı etkiye neden oluyor mu? Toplumun atalarından aldığı her tecrübe ona ve dönemine fayda sağlıyor mu? Bence işte sorgulanması gereken nokta burası. Bir insan grubu bir şeyin varlığına ihtiyaç duyuyor ve bunu kendi çağlarında kendi tecrübeleriyle kanıtlıyorlar sonrasında o ihtiyacı giderecek bir sistem kuruyorlar ve bitti. Sonradan gelen insanlara bunun gerekli olduğu anlatıları yapılarak onlara bir konfor alanı oluşturuluyor. Bu alan elbette ki yapay bir alan ve temelde insanları düşünme zahmetinden kurtarıyor. Ve insanların çoğu bu alanı kabul ederek hayatına devam ediyor. Buraya döneceğiz.
Çocuklarla konuştuğunuzda fark ettiniz mi? Çok soru sorarlar ve bu soruları her zaman “mantık” içermez. Ama kime göre? Annesine çocuk merakla sorar, “Anne! Neden buna masa diyorlar?” anne çokta önemseyen bir şekilde “Evladım ne gereksiz sorular bunlar!!!” der. Bu ya da benzeri bir sahneyi elbet görmüşsünüzdür. Aslında her bir birey deniyor sorguluyor ve atalarının uyguladığı sistemlerin gerekliliklerini merak ediyor ancak daha önce sorgulamış ve sorgulamayı keserek düzene alışmış olan insanlar kendi konfor alanlarından çıkmamak için bu yeni sorgulamaları “mantıksız”, “gereksiz” ya da “basit” bularak geçiştiriyor. Bunlar çok sıradan ve bu konu çok önemsiz gelebilir ama değil. Kabul ettiğiniz her ufak sistem sizi daha büyük bir sistemi kabul etmeye sevk eder. Adım adım kabul ederek ilerlediğiniz bu düzlükte neleri kabul ettiğinizi ve aslında ne kadar pişman olduğunuzu anladığınızda her şey çok geç olabilir ve siz “kabuller cennetinizden” çıkmak için tüm fırsatları yitirmiş olabilirsiniz.
O nedenle bazen rahatsız olun! Bazen her noktada düzen olmasın! Ters olduğunu düşündüğünüz şeyler bulun ya da alışılmışların dışına çıkın! Diri tutun zihninizi, sorgulayın yeniden, ne olursa neyi olursa nerede olursa hiç fark etmez. Yeter ki alışmayın ve kaybolmayın hızın içinde. Durdurma gücü elinizde siz eğer isterseniz zamanı durdurabilir, akışı kesebilir ve hesap sorabilirsiniz. Unutmayın sorgu rahatsız eder, bazen sizi bazen karşınızdaki bazen de yanınızdaki insanları. Ama diri tutar her zaman! İnsan olduğunuzu bilmeyerek geldiğiniz bu dünyada size verilen ilk şey keşif duygusuydu ve sonrasında gelen sorgulama isteği. Bu ikisi sana da bana da ilk insana da atalarımıza da aynı şekilde verildi gerisini biz yaptık o halde yine biz sorgular gerekirse biz yıkar gerekirse biz yeniden inşa ederiz.
Sorgunuz ve sorgu düzeniniz daim kalsın.