Teknoloji, günlük yaşamımızı her manada istila etmiş vaziyette. “Sahip olduğumuz teknolojik imkanların yokluğunda hayatımızı sürdürebilir miyiz?” sorusunun cevabı ise meçhul. Kişisel günlük yaşamımızın yanı sıra, toplumsal manada da birçok alanda kendini gösteriyor teknoloji faktörü. Sözünü ettiğim alanlardan biri de müzik sektörü. Geçmişten beri ilkel veya gelişmiş enstrümanlar yardımıyla ifade edilen bu işitsel sanat, uzunca bir süredir kulaklarımızı çikolatayla doldurmakta. Heyhat, hayatımızın birçok alanını kolaylaştırdığını varsaydığımız “teknoloji” müzik mevzubahis olunca tersi şekilde etki gösteriyor: Gelişmiş cihazlar, donanımlar, sistemler; müziksel varyasyonları çoğaltmak yerine, tam tersi şekilde bunları tek-tipleştiriyor. Bir DJ plağından çıkan aşağı yukarı aynı ritimlerde, hatta belki birkaç notada takılı kalarak her seferinde birbirini tekrar eden şarkıları duymak mecburiyetinde kaldığımız bir “Müzik Çöplüğü” çağındayız. İnsanların koca kulaklıklarını takarak kulak zarları patlarcasına dinledikleri, “bass”ı veya “audiotune”u bol ama esasında yoğun olmaktan ve insanları derinden etkilemekten uzak olan müzikler, insan elinden doğan yaratıcılığı öldürüyor ve müziği teknolojik kısırlığın tahakkümüne teslim ediyor. Haşa müzik de tek başına duygu ve hislerin ifadesinde yetersizmiş gibi, canlı performanslarda ve müzik kliplerinde şaşaalı kıyafetler, havai fişekler ve bayağı ışıklandırmalarla şarkılar “süsleniyor”.
Bu “müziğin elden gitmesi” sorununda çizgisini koruyan ama devamlılığı tehlikede olan ve tozlu raflara kaldırılmakta olan Jazz müzik türü, devrimci bir davayla yola çıkmış olmasına karşın, şu anki negatif değişime karşı durmasıyla geleneksellikten yana saf tutmakta. Eski müzik denince aklımıza gelen ilk türlerden olan ve günümüzde maalesef sadece kimi cafelerde ya da taş plakçılarda kulağımıza dolan Jazz’a biraz daha yakından bakalım.
Kölelik sonrası ABD’de toplumsal hayata kendilerini entegre etmekte sıkıntı yaşayan siyahi Amerikalılar ya da yaygın tabirle Afro-Amerikanlar, pasif ve barışçıl direniş serileriyle ırkçı ideolojinin üstesinden gelene kadar uzunca bir süre kendilerine hoşgörü göstermeyen ve alt sınıf sayıldıkları “Beyaz-Amerikalı” hükümetlerde yaşadılar. Kölelik döneminde de olduğu gibi yoğunlukla Güney eyaletlerinde, bilhassa Louisiana eyaletinde yaşayan Afro-Amerikalılar, bu coğrafyayı merkez alan bir alt-kültür geliştirdiler: Jazz Kültürü. Adından da anlaşılacağı üzere, Jazz müziği çekirdeğine oturtan bu kültür, 90’larda yerini rap hanedanlıklarına bırakana kadar ABD’deki siyahların sıkıca sarıldığı, hüzünlerini ve ezilmişliklerini ifade etmekte kullandıkları bir vasıta olarak ortaya çıktı. Melankolik melodilerle ortaya çıksa da daha sonrasında neşeli ve hareketli bir yöne evirildi. B.B. King, Ray Charles, Ella Fitzgerald, Louis Armstrong gibi efsaneleri yaratan Jazz’ın kelime anlamı, daha doğrusu halk argosundaki manası aslında ‘kuru gürültü’dür ve barındırdığı mizahi üslubu isimlendirilmesinde de yansıtmıştır. Sert notaların ritimden önce geldiği bu janr, genel olarak saksafon, trombon, trompet, piyano, bateri hatta kimilerinde banço, çello ve akordeonun da olduğu “jazzband” ya da dilimize geçtiği üzere “cazbant” adlı orkestralar eşliğinde yapılıyor. Öndeki sanatçı ise genellikle kendi enstrümanı yardımıyla, şarkısını seslendiriyor.
Bu müzik türünün günümüzdeyse temsil edilme ve yaşatılma sıkıntısıyla baş başa. Zirvesinden beri aradan on yıllar geçmesine rağmen gerek kendini yenileyememesi gerek zamanla Jazz’ın çağının sorunlarına cevap verememesiyle ve gelişen farklı müzik türlerinin insanları daha çok ilgisini çekmesinin de etkisiyle Jazz müzik güncelliğini kaybetti ve oynatılma yerleri “Nostalji Kuşakları”yla sınırlandı. Damien Chazelle, Salvador Sobral gibi sanatçılar tarafından diriltilmeye çalışılan Jazz’ın günümüzdeki etki alanı maalesef fazla mahalli kalmıştır. Jazz, artık büyük kitlelere hitap edemiyor ve sadece eski kuşak ve azınlıkta olan meraklı yeni kuşak tarafından dinleniyor. Her şeye rağmen, kanımca müziğin en saf ve icra edilmesi en çok emek, adanmışlık ve tutku isteyen türlerinden Jazz’ın, günümüz müzik dünyasındaki “klas” yokluğuna merhem olduğuna inanıyorum ve daha birçok insan tarafından dinlenilip kültürünün yaşatılmasını temenni ediyorum.