10 milyar yıl öncesinde de aynıydı bizi bugüne getiren şey. Denedi, denedi insan. Merak etti. Zebrayı nasıl avlarım, avladığım hipopotamı nasıl saklarım dedi Homo Habilis. Homo habilisten sapiense kadar hepsini hayatta tutan ya da o üç büyük hacim genişlemesini sağlayan en temel etkenlerden biriydi merakları[1]. Onların merakları aslında bugünkü kadar gelişmiş ve özelleşmiş değildi ama temelde aynı işlevi görüyordu. Mesela çift taraflı baltaları yapmaları on binlerce yıllarını almış olsa bile aynı taşı 301 defa 24 dakika boyunca vurmaktan vazgeçmediler[2]. Bazen merakları onları öldürdü belki ama yaşamlarının gelişim evrelerinin birçoğunu buna borçlular. Aynı bizim de şu anki yaşamımızı merakımıza borçlu olmamız gibi. Bu kadar çok meraktan bahsederken aklınıza merak gerçekten hayatta bu kadar önemli mi diye düşünüyor olabilirsiniz. Veya artık o kadar da merak edilecek şey kalmadı, her bilim dalında bulunabilecek birçok şey zaten bulundu gibi geliyor olabilir. Şahsen ben de bazen sizin gibi düşünüyorum ya da düşünüyordum. 21. Yüzyılda merak etmemek sizi fiziken öldürmüyor olabilir. Ya da prefrontal korteksinizde devasa gelişmeler göremiyor olabilirsiniz[3]. Ama merak yaşam enerjinizin önemli bir yakıtı. Mesela bir önceki yazımda bahsettiğim gibi ölümü merak etmek bizi yaşatıyor. Veya başka örnekler verecek olursak gökyüzünü merak etmek bizi uçuruyor, uzayı merak etmekse aya götürüyor. Bugün kullandığımız her ürün bir gün birinin bir şeyi merak etmesiyle başladı. Belki birçok başka faktör var diyebilirsiniz fakat en saf haliyle bir şeyi merak etmezseniz ona ilgi duymazsınız, dikkatinizi ona yönlendirmezsiniz ve dolayısıyla onun üzerine uğraşmaz onu geliştirmezsiniz.
Şimdiye kadar merakla ilgili tanımlamalar ve genel anlatımlardan bahsettik birazda olaya emosyonel[4] olarak bakalım. Merak bize ne hissettiriyor? Buna iki açıdan bakmak istiyorum:
1)Merak etmek bize nasıl hissettiriyor?
2)Merak edememek bize nasıl hissettiriyor?
Birden başlayalım. Merak etmek birkaç duyguyu içinde barındırsa da tahminimce en dominant olanı heyecan olabilir. Heyecanlanmak deyince basit kalıyor. Size bu duyguyu birkaç yolla tarif etmek istiyorum. Mesela heyecanlandığınızda kalbiniz hızlı atmaya başlıyor. Kanınızdaki adrenalin artıyor. Gözleriniz daha dikkatli bakıyor etrafına. Muhtemelen beyniniz daha çok glikoz tüketiyor. Ve siz midenizde kelebekler uçuyor gibi hissetmeye başlıyorsunuz. İlk defa yiyeceğiniz bir yemeğin tadına bakarken içinde ne var ne yok anlamaya çalıştığınız andaki gibi sakince yavaş yavaş ağzınızda çeviriyorsunuz hayatı. Ya da okuduğunuz keyifli bir kitaptaki gibi hem bir yandan sonunu öğrenmeyi hem de diğer yandan kitabı bitirmemeyi istiyorsunuz. Son olarak merakın yarattığı heyecan bazen de ilk defa uçaktan Grand Kanyona atlayacağınız zaman aşağıya bakıp vazgeçmekle yaşayacağınız sonsuz merak, pişmanlık ve atlamakla yaşayacağınız korku, sevinç hisleri arasında seçim yapmak zorunda olduğun anda kalbinin gözlerinde attığını hissetmeye benziyor sanki. Daha o kadar çok tarifi var ki heyecan duygusunun. Buradan varmak istediğim asıl nokta ise merakın bizde yarattığı duygular bize daha çok hayatın içinde gibi hissettiriyor. Hayatın içinde gibi hissetmek ne derseniz onu da şu şekilde betimleyebilirim sanırsam: Kendinize sarıldığınızda ya da kendinizi gıdıkladığınızda kendi teninize çok duyarlılık göstermezsiniz fakat başkası size sarıldığında hele özlediğiniz, beklediğiniz, sarılmayı hayal ettiğiniz birisi işte o zaman onun tenine karşı gösterdiğiniz duyarlılık sizinkinden çok farklıdır. Bütün bedeninizle (çevresel sinir sisteminiz sağ olsun) onu hissetmeye başlarsınız. Aynı hayatta heyecanlandıktan sonra aldığınız her nefesten keyif almanız gibi.
İkinciyi de biraz derinlemesine anlatmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Buraya özellikle merak edememek yazdım. Bunun sebebi her şeyi merak etmeyebilirsiniz ve bir şeyi merak etmemek başka bir şeyi merak ettiğiniz anlamına gelebilir ama merak edememek özellikle meraka karşı bir yoksunluğa işaret ediyor. Bu nedenle burada merak edememenin bizde yarattığı hislerden bahsedeceğiz. Bahsederken de baz olarak üretmek istediğimiz durumları alacağız çünkü üretmek istememek merak edememekten daha farklı bir kulvarda bulunuyor. Sanırsam merak edememek çaresiz hissettiriyor. Bir çocuğu olmasını isteyip de doğurganlığını kaybeden bir kadınmışçasına çaresiz hissettiriyor. En önemli özelliğinizi kaybediyorsunuz. Sanki artık böbrekleriniz iflas etmiş ve kanınız tazelenmiyor gibi. Yavaş yavaş pıhtılaşmaya yüz tutuyorsunuz. Akmayı bırakmış bir durgun suyun dibine çöken toprak misali suya giren yeni bir şey olmadıkça oradan hareket edemiyorsunuz. Suya yeni bir şey girdiğinde ise dağılıyor suyu da kendinizi de bulandırıyorsunuz. Biraz içimiz daralıyor sanki merak edemeyince ama merak edip bulamadığımızdaki gibi değil başka bir şekilde. Yani merak edip de bulamamak uzanıp da tabağı alamamak gibi başka yollar düşündüğünüz ve bir gün o tabağı alacağınızı bildiğiniz bir durum. Ama merak edememek felç olmak gibi gözlerinizle bakıp elinizi uzatmak isteseniz bile uzatamamak gibi. Yapabildiğiniz tek şey elinizi uzatmak daha fazlası olamayacak. Bu kadar dram fazla diyebilirsiniz okurken sıkılabilirsiniz bütün bunların sebebi hala yazının sonunu nereye bağlayacağımı merak edebiliyor olmanızdan ibaret.
Bu duygu durumlarının sonucu olarak 21. Yüzyılda hala insanlık merakı sayesinde gelişiyor. Ama çok daha önemli bir durum toplumsal faydasından daha çok bireysel olarak hepimize merak etmek en başta iyi geliyor. Yaşadığımızı hissettiriyor. Bizi harekete geçiriyor. Bir atasözüyle ifade edecek olursak, akan su pislik tutmaz veya işleyen demir ışıldar. Ya da bilimsel bir sürece benzetirsek kullanılmayan organların evrimsel süreçte körelmesi gibi merak etmedikçe insan, zihni ve yaşam enerjisi de körelir[5].
Aslında bu yazıda sizi meraka yönlendirmek ve bunun nasıl bir his olduğunu anlatabilmek için daha birçok ayrıntı, referans, bilimsel gerçek ve argümantatif açıklamalar yapabilirdim. Fakat bu yazım tarzını uzatmak yerine başka bir yol tercih edeceğim.
Curiositas: Latince de merak anlamına gelmektedir. Latince kullanılmasının asıl amacı ise Latincenin birçok dilin temeli olması ve geçmiş sürecinin daha uzun olmasından kaynaklı olarak kelimenin eski tarihi çağrıştırılmak istenmiştir.
[1] Homo habilis, erectus ve sapiensin beyin hacmine dair bulgulara bakıldığında üç büyük genişleme görülmektedir. Homo habilis:500-800cm3 arası; Homo erectus:750-1250cm3; Homo sapiens:1100-1400cm3. Bu türlerde görülen balta yapımı ve ateş kontolü tarzı bazı yenilikler hacim genişlemesiyle ilişkilendirilmiştir. [Fikirler tarihi syf:50-52/bölüm: Dilden önce fikirler (Peter Watson)]
[2] Bulunan çift yüzlü Achuel el baltalarının yapım aşaması modern deneylerle araştırıldığında Homo erectus bu el aracını yaparken ortalama 301 vuruş ve 24 dakikaya ihtiyacı olduğu görülmüştür. Bu sürecin ise cümle kurma sürecine benzediği ile ilgili savlar ortaya çıkmıştır. Hatta beynin Broca (Beyinde dil ve konuşmayla ilgili özeleşmiş bir alandır.) alanında görülen hasarlarda dil dışında el kol hareketlerinde bir problem görülmesinin evrimsel sebeplerinden biri olduğuyla ilgili görüşler mevcuttur. [Fikirler tarihi syf:57/ bölüm: dilden önce fikirler.(Peter Watson)]
[3] Prefrontal korteks: beynin evrimleşme sürecinde daha sonradan oluşmuş bir alandır. Basit bir dille anlatacak olursak ilkel beynimiz daha basit işleri yapabiliyorken prefrontal korteksiniz karar vermeden tutunda risk analizine kadar birçok gelişmiş zihinsel işlevinizi gerçekleştirmenizi sağlar. Ve gelişimi çok uzun bir süre almışır.
[4] Emosyonel kelimesi daha terimsel bir anlam içerdiği için açıklama olarak kullanılmıştır. Genel olarak duygular çerçevesinden bakmak olarak kulllanıldı.
[5] Lamarck’a göre vücudun fazla kullanılan organları gelişip büyüyecek, kullanılmayan organlar ise körelecek veya ortadan kalkacaktır.