“Ruhsal yoldaki en zor iki sınav: doğru anı beklemek için sabır ve karşılaştığımız şeyle hayal kırıklığına uğramamak için cesarettir.”
Paulo Coelho’ nun bu sözü beni her zaman çok düşündürmüş ve ürkütmüştür. Beklemek evet, sabır evet, cesaret evet ama hayal kırıklığına uğramak??
Bu ay sizinle bana hayal kırıklığının da normal bir şey olduğunu fark ettiren 2014 yılında YGA sayesinde tanıdığım Aybike Abla, onun yazıları ve farkındalıklarımdan bahsedip; emek ve farkındalık konusunu işleyeceğim. (Merak etmeyin bir yere gitmiyorum yani ?)
Aybike Abla İstanbul Robert Kolej İngilizce Öğretmeni ve Robert Koleji Sosyal Girişimcilik Kulübü’nün kurucu danışmanı olan, 2014’ten bu yana da sosyal medyadan usul usul takip ettiğim sımsıcak gerçek anlamda şa ha ne bir insan. Her şey 19 Ekim Cuma günü saat 20.30’da dikkatimi çeken “Ya Her Şeyi Bırakıp Gidersem” başlığıyla paylaştığı bir sunumunun görüntüsü ve benim hep kendime sorup ama sürekli geçiştirdiğim bu sorunun içeriğine olan merakımla bu yazıma konu olan Aybike Abla’ya hiç düşünmeden bir mesaj atmamla başladı.
-BEN: … Aybike Abla ben de hep bunu soruyorum kendime ya her şeyi bırakıp gidersem-gitmeli miyim-?
– AYBİKE ABLA: … Gülden keşiflerin başlangıcı sorular devamı yargısız gözlem ve farkındalık, cevap sende bunun üstüne bir telefon konuşması yapabiliriz.
Aybike Abla’nın bu kelimeleri beni oldukça heyecanlandırmıştı, deli gibi konuşmak istiyor ama kafamın karışıklığından toparlayamamaktan korkuyordum. Her gün onlarca öğrenci-veli-öğretmene kendini ifade eden ben o heyecan halinden bir türlü çıkamıyordum. Bunun üstüne Aybike Abla’nın yazılarının da olduğu onlarca okuma yaptım, onlarca not aldım, hazır olmalıydım. Sonra bu süreçte hep her şeyi planlama gereği duyduğumu, spontaneliğe resmen garezimin olduğunu fark ettim. Neden akışına bırakmıyordum? Daha fazla kendim olamaz mıydım? Bunun üstüne Aybike Abla ile yine ufak bir konuşma yaparak önümüzdeki hafta için sözleştik ve ben bu yazımı yazmaya başladım.
Bu süreçte hep yapamadıklarımı düşünüp kendimi hiç takdir etmediğimi, hep daha büyüğünü daha iyisini istediğimi, başarı tanımının benim için hep daha yükseklere çıkınca ete kemiğe bürüneceğini ve en önemlisi de ÇOK ACELECİ OLDUĞUMU fark ettim.
Kısa zamanlara sabredip adını sebaat koymuştum meğer. Yapabildiklerimi hep nasılsa yapıyorum diye kulak arkası etmiştim. Bunu, Aybike Abla’nın ‘İçimdeki Yoginiler ve Sosyal Girişimciler Birleşin!’ yazısında; Maya Angelou‘nun ‘başarı, kendini, yaptığın işi ve onu nasıl yaptığını sevmektir’ sözüyle aydınlanınca fark ettim.
Sevdiğim işi yapıyordum ve bunu kendime kıymetli bulup söylemediğim için hep farklı bir arayış içine dalıyordum. Ya da sosyal ilişkilerimde emek veriyorum ama çok sabretmedim mi diyerek az zamanda çok iş yapıp verim almayı bekliyor, insanların beni anlamadığından yakınıyordum. Sabırlı olduğumu söylüyor ama bir an önce zaman geçsin diye bekleyerek bu zamanı nasıl dolduruyorum diye sormuyordum kendime. İşte bütün bunların sonucunda dedim ki: “Karnımı tam anlamıyla doyuracak bir ekmekse derdim çok büyük emekler gerekiyor. O emeklerde uzun zamanlarda verilip sabrın ve sorgulamanın daimiliğiyle kazanılıyormuş. Emek ver, büyük emekler, büyük ekmekler değil karnını doyuran ekmekler getirir bazen fazlası zarardır, bazen olması gerektiği kadarı idealdir ve bu ideallik bazen acılardan geçer, emek acıyla doğru orantılıdır.
Ben bu ay karnımın tam anlamıyla doyurabilmek için henüz yolun başında olduğumu ve acı çekmeden az zamanda büyük emekler vermeye çalışırken buldum kendimi. O yüzden şu an her şeyi bırakıp gidiyorum (şu an için yalnızca mental olarak ?). Yeni bir yola çıkıyorum. Bu bir iç yol. Bu yola çıkmamı sağlayan ve bana ondan bahsetme özgürlüğünü veren Aybike Abla’ya kocaman teşekkür ediyorum. Kıymetli yazılarına erişmek isterseniz buyrun.
Bu konu hakkında konuşmak ve yol nasıl diye sormak isterseniz de mail adresime yazar bilgilerimden ulaşabilirsiniz.
Sorguyla kalın ? Sevgiler.