Geçtiğimiz aylarda Genç Kariyer Akademisi’nin tercih günlerine özel olarak İstanbul’da gerçekleştirmiş olduğu bir panele davetliydim. Bölümüm felsefeydi ve gelip anlatmam rica ediliyordu, bildiğiniz felsefe yapmak için davet ediliyordum yani. Oraya giderken amacım asla felsefeyi tercih ettirmek değil önce gençlere düşünebilmeyi bunu da mantık ilkeleriyle gerçekleştirmeyi anlatmaktı. Çünkü felsefe denildiğinde öyle ürkek ya da saldırgan bir toplumuz ki aslında hayatımızın odak noktası olması gereken bir disiplini fazlasıyla hor görüyoruz. Bu sebepten öncelikli bu disiplini okunacak bir bölüm olarak görmekten çok öncelikle onu tanımalı, hayatımızın içine koymalı, yaşamalıyız.
Felsefe demek mantık ilkeleriyle düşünmek, sorgulamak, bunu yapıcı bir şekilde gerçekleştirmek, siyahı beyazı katmadan bütünselliği yakalayabilmek demek. Fakat geçmişten bugüne, bu disiplin hep bir inanç, hep bir din, derinlik, etik ve ölçüsüzlük içine sıkıştırıldığı için şu an bu kavramı rahat kavrayamıyor, hayatlarımızın içine koyamıyoruz. Kendimiz hakkında düşüncelere dalarken farkına varmadan o kadar duygu yüklü bir bireysellik barındırıyoruz ki, ben düşünen bir bireyim diyor fakat basit bir soru-cevap sonrasında kararlar alıyoruz. Bizi rahatsız edecek bir derinlik taşıyan karşı tarafın yorumunu alır almaz da kendimizi sorulara kapatıyor ‘bana felsefe yapmalara’ sığınıyoruz.
Aslında felsefe yapmak; sorgulamak sorular sormak, hayatını bu sorulara ve cevaplara göre şekillendirmek, öngörü sahibi olabilmek, sabrı baş köşeye koymak, mantıktan ayrılmamak, planlı ve hoşgörülü olmak gibi sayacağım o kadar çok şey daha ki kısacası M.Ö. 7.yy’da doğup Milet’i yücelten, çağdaşlaştıran felsefe şu an da çağdaşlığımızla aynı yolda yürümeye can atıyor bu yüzden bırakın felsefe yapsınlar sizlere, çünkü insanlık düşündükçe, düşündürdükçe var olur. Ve dünyayı var edip anlamlı kılan tek şey hep insanlık olup, insanlıktan türemiştir.