Aysel Şahin (Konuk Yazar)
“Susmanın kalesine sığınıyorum” diyor Erdem Bayazıt.
Hayatın yaşattıkları sebebiyle kalbimize dillendiremediğimiz hisler ve aklımıza dile getiremediğimiz fikir ve düşünceler düşüyor. Bazen o fikirleri de hisleri de haykırmak istiyoruz fakat susmak daha cazip geliyor hep, belki de daha kolay fakat korkakça. Çünkü çok defalar konuştuk, paylaştık ve kalbimizin öylece kalakalışından ve uğradığımız hayal kırıklıklarından tecrübe sahibi olduk. Farklı insanlar aynı tepkileri verebiliyor, olaylar da tekerrür edebiliyor; bu yüzden geri duruşlarımız. Fakat korkumuz ve endişemiz neden? Tecrübe etmediğimiz duygular; yaşamadığımız, bilmediğimiz olaylar var. Konuşursak olur da bir şeyler ters gider diye, olacak şeyler de olmaza gider diye korktuklarımız…Bazen bir olumsuz ihtimal, bir negatiflik, bir ‘Acaba?’ tüm güzel şeylerin önüne geçebiliyor. Sonra kaçıyor insan anlatmaktan.
Sonra ekliyor şair: Önümde karanlıktan duvarlar, diye. İşte o fikir ve hisler kimi zaman çıkmaz sokaklara götürüyor insanı, bir yük bindiriyor göğsüne. Çünkü o anlatmadıklarımız, anlatamadıklarımız birikiyor içimizde. Bir konuşsak ya da yazsak bir kağıda belki bir kapı açılacak. Fakat yok, biriktirmeyi seviyoruz kelimeleri, bizi yiyip bitirene kadar biriktirmeyi. Sonra o kelimeler kimi zaman öfke oluyor, heyecan oluyor, çokça korkuya dönüştüğü de oluyor. Fakat, fakat özlem olduğu veya bir dert olarak kaldığı da görülüyor. O özlemler, hüzünler, dertler hayatı belki daha anlamlı kılıyor, belki bir şiir, bir şarkı daha anlamlı hale geliyor ama yaşamak da bir hayli zor oluyor. Hisler olgunlaştıkça, büyüdükçe kelimeler, konuşmak, anlatmak zorlaşıyor. Susmanın kolaylığına alışıyor insan. Yaşamanın zorluğuna peki? Ona bile alışıyor. İnsanlar konuşmadan başkaları onu anlasın istiyor, gözlerine bakıp soru sormayı bıraksınlar istiyor ama insanların birbirini anlaması gün geçtikçe daha güç bir hale geliyor. Kimsenin kimseyi anlamaya mecali yokmuş gibi…
Neler doğuruyor bu sessizlik? Nelere sebep oluyor? Neler olacakken bir olmaza gidiyor? İnsan kendini neden yoruyor? Hayat konuşmadığımız zaman peşinde zorluğu da getirmek zorunda mı? Sorular beynini kemiriyor insanın. Konuşmakla susmak arasında artık düşünmeye başlıyor. Düşünceler harekete evriliyor. Kimisi korkuyor ve endişelerini ortadan kaldırmak yerine içine yöneliyor, aklında o kelimeleri alt alta ya da yan yana dizip cümle haline getiriyor; kimisi cesurca konuşuyor, paylaşıyor, anlatıyor ve acıyla veya mutlulukla doluyor ama belki de içine dolan ferahlık her şeye bedel oluyor.
Şiiri “Sırtımda insan yüklü bir gök var” diyerek bitiriyor şair. İçindekileri şiire döktüğünden mi yoksa yıllarca sevip de itiraf edemediği aşkından mı böyle diyor, bilmiyorum.