“Yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen her nasıl’a dayanabilir”, der Nietzsche. Hayat denen o zorlu yolculuk pespembe değildir maalesef. Sert, engebeli ve keskindir. Engeller çıkarır karşısına, insanın kendisini sorgulatan. Ve bu engeller kimi sıra aşılabilecek kadar kolay veya bazen de altında ezilecek kadar zor olur. İşte tam bu anda insanın, vazgeçmek ve pes etmek ile verdiğini kavganın, vicdanı ile verdiği en büyük savaşın müttefiğidir ne uğruna emeklediğini bilmek, kendi anlamını bulmak. Bu anlamlar bazen dünyayı kapalı bir sistemmişçesine kişinin kendi içinde ya da kendi ruhunda değil, yeryüzünün üstünde bir imge veya gaye olurlar, bazen ise insanın varoluşunun da ötesinde bir yüce ideal olur. Bireyler gayret göstereceği bir ideale ya da bir çeşit anlam yüklediği insana kendini adayarak ne kadar çok kendini unutursa, o kadar çok insan olur ve kendini o kadar da çok gerçekleştirir. Fakat kendini gerçekleştirme denilen şey, ulaşılması mümkün olmayan bir ufuk çizgisidir aslında. Çünkü, birey buna ne kadar ulaşmaya çalışırsa çalışsın aslında bir o kadar da kaçıracaktır. Yani yüklediğimiz anlamlar yolculuğumuzda belki dallanıp budaklanacak ve büyüyecekler belki de ezilip büzülecek ve öleceklerdir.
En çetrefilli engelleri aşan insanlar hayatlarını anlamlandırdıkları ideal uğruna aşkın gücü ile başarırlar. Çünkü aşk engel tanımaz, yerinde duramaz ve hiç bir olgunun önüne geçmesine izin vermez. En önemlisi de aşk bencildir, daima senden benliğinden bir şeyler ister, Kuş gibidir, narindir; fazla sıkarsan öldürür, gevşek bırakırsan ise elinden uçup gider. Alaaddinin sihirli lambası misalidir, sevgi ve emek gösterirsen senin büyüsününiçine alır fakat onu ilgisiz bırakırsan ise rafta duran bir antikadan farksız değildir. Aşk öyle bir kavramdır ki bitmez tükenmez imgeler barındırır içinde. Buzdağının görünmeyen yüzüdür aslında aşk, yoğun ve dipsiz. Aşıklar ise bu buzdağının tecelli etmiş görünen kısmıdır. Ve en kuvvetli duygusu ise aşktır insanın anına anlam katan. İnsanın içindeki tüm çığlıkların o derin gözlerde belirmesidir aslında aşk. Bir başka insanı, kişiliğinin en derindeki çekirdeğinden kavramaktır. Çıkarsızca ve karşılıksızca değer biçmektir karşındaki insana. O yüzden düşmemiş mi mürekkebinden şu sözler :
“ yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık Yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahir’liğinden ”
Peki bizler neden buzdağının görünmeyen dipsiz tarafı varken zuhur eden yüzüne yüklüyoruz tüm gerçekliğimizi. Neden bir zaaf oluşturuyoruz kendimize arkada bırakmakta zorlanacağımız ? Kendimizi aşık olmaya mı itiyoruz yoksa “aşkın büyüsüne” mi kapılmak istiyoruz ? Neydi aşkın büyüsü, neden sevmek varken aşık olur insan ? Kendine ızdırabı tattırmak için mi ? Oyalanmak, bir durak mı arıyoruz ? Kendimize, hayatımıza bir mola vermek ise gayemiz neden aşkta arıyoruz ? Acılarımızı paylaşacak insan mı arıyoruz ? Acı çektirmeyi mi seviyoruz yoksa acılarımızı başkasına yüklemeyi mi ? Peki neden vazgeçiyoruz insanlardan, kandırıyor muyuz onları duygularımızı ve bencilliklerimizi kusmak için ? O halde bizler mutluluğun peşinde miyiz yoksa başkasının mutluluğunun peşindeyiz miyiz ?
Aşkla kalın…
Şu iki şarkı ile okumanız şiddet ile tavsiye edilir 🙂
1- Danser Encore – Cologero
2- İstediğim şey asla unutmaman – Toygar Işıklı
Spotify :
https://open.spotify.com/user/11143923717/playlist/5SQP3pD8aLlYDNHocFCbPv?si=AHm spMEHRZ-hkxBt1a2t5A