Ön bahçemizin eleştiri dolduğu yarınlara ilerliyoruz her geçen gün. Umudumuzu her şeyden kesiyoruz fark ettim de; hatta en çok gençlikten…
Mesleğimin 2. yılı. Ben bir öğretmenim. Çocuklarım var benim ön bahçemde renk renk, eleştiri dolu yarınlara inat. Ya mesleki heyecanımın henüz dinmeyişine verin ya da umudumu maddiyata bağlayın ne derseniz deyin ben umudumu onları gördükçe, onlarla konuştukça kesemiyorum yarınlardan. Her geçtiğimiz gün daha da arttırarak hem de.
Geçtiğimiz günlerde, saat 09.00’a gelip, ders zilinin çalmasıyla sınıfa girdim.
“Günaydın arkadaşlar!”
(Lise çağındaki bir bireye çocuk diye hitap etmek içimden gelmiyordu hiç, onlara sorumluluk bilincini ve büyüyor oldukları hissini eğitimin içinde kullandığımız daha samimi seslenişlerle verebilirdik.)
Günün ilk dersi olmasından dolayı aralıklı aralıklı da olsa ben de almıştım hepsinden ilk günaydınımı. Gözler uykulu, derse hazır değil, bir o kadar da mağrurdu; havanın kapalı olması da bu durumu inanılmaz tetikliyordu. Canım öğrencilik hava durumuyla her zaman paralel olurdu zaten. Bu durum karşısında o haftanın konusu olan meslekler ve iş alanlarını bıraktım bir kenara, onlara biraz enerji vermeliydim ve kendi anlattıkları dersi dinlesinler diye düşünüp hemen girdim lafa: “Arkadaşlar haydi bu hafta top sizde, bana mutlu olmanız için 3 neden sayar mısınız?” dedim ve hemen arkasından muzipçe klasik öğretmenliğimi yapıp; “İtiraz istemiyorum, evet ön sıradan başlıyorum cevaplarınızı almaya” diye beklemeye koyuldum meraklı bakışlarla. Benim dışarıdaki hava gibi gözlerinden uykuyu damla damla akıtan öğrencilerim mutlu olma sebeplerini öyle güzel sayıyorlardı ki güneş açtırdılar sınıfta.
Mutluluk sebepleri;
sağlıklı olmalarıydı,
sevdikleriyle olmalarıydı,
hafta sonu babaanneleriyle yaptıkları kahvaltıydı,
İçinde bulundukları dersti 🙂
yaşadıkları ülke,
sahip oldukları değerler ve bunlar gibi birçok kıymetli güzel cevap..
Ne yalan söyleyeyim beni öylesine şaşırtmışlardı ki gerçekten çok gerçek bir günaydın olmuştu bana. Benim derse uykulu gelen, verilen ödevini eksik yapan, dersi iyi dinlemeyen, yerine göre sorumsuz yerine göre vizyonsuz çocuklarım; hani hep böyle diyoruz ya onlara kızınca, acı ama gerçek. O çocuklarım ön bahçelerine nice güzellikleri, nice değerleri koymuş, biz anne babalarını, abla abilerini, biz öğretmenlerini bekliyormuş meğer kapılarının açılması için.
O gün o soruyu sorup o cevapları aldığıma çok sevinmiştim. ‘Nereye gidiyor bu gençlik’ sorusuna, sabretmeyişimize, sebat göstermeyişimize, karıştırmadan, yoğurmadan, hamur olup pişsin üstelik lezzetli de olsun deyişlerimize cevaptı mutluluğu sağlık olarak görmeleri. Çünkü sağlıklı oldukça sağlıklı düşünecek, çünkü sevdikleriyle oldukça omzundaki elden destek alacak, çünkü ülkesini sevdikçe ülkesini yüceltecekti…
Ellerinden telefon, tablet düşmeyen bireyler her şeye rağmen bizden bir şey alıyor, bir şeyler öğreniyor, öğretilmeyi her zaman bekliyormuş; en somut örneğiydi benim için. Atatürk’ün o mücevher sözünü ete kemiğe büründürmüştü o güzel kalpler, hiç unutmayın olur mu? Hep umudunuz olsun onlardan, zira dediği gibi yüce önderin: ‘Bütün ümidimiz gençlikte!’.