Neden bir hikâyeden etkileniriz? Niçin duygulanırız? Nasıl mutluluk duyar ya da ağlarız? Bunları bilen çok fazla insan olabilir ve farklı farklı her birini açıklayabilir. Hatta ileri gidip bilimsel bir şeyler bile söylerler belki. Ben bilmiyorum, neden etkileniriz, neden ağlar ya da güleriz bilmiyorum. Sadece bazı hikayelerde, içimin derinlerinde bir yerde, bir sızı hissettiğimi biliyorum. Gülsem de ağlasam da. Ben o sızıyı hissediyorsam, duygu denilen mefhum çıkıyor ortaya. Şimdi size kendi hikayemi anlatmak isterdim. Ama anlatamam çünkü korkarım. Korkarım içinizden derinlerden bir yerden bir cız gelmezse diye, beğenmez ve sevmezseniz diye. Ben öyle bir adamım; var oluşumu başka varoluşlarla anlamlandıran. O nedenle size bugün o iç titrekliğini yaşatacağına emin olduğum başka bir hikâyeyi anlatacağım. Size Simurg’u anlatacağım.
….
Onca zamanın birinde varoluşun kıyısında bir ülkede yaşarlarmış. Ama tek tek değil topluca, birliktelermiş zaten birlikte oldukça güzellermiş. Anlamlandırdıkları değerler sayesinde devam edermiş güneş, onların ülkesini aydınlatmaya. Ne zaman bu aydınlığı kaçıracak bir bulut sürüsü çökse, göklerden gelirmiş bir yüce. Gelir ve üflermiş dağıtırmış tüm o bulutları, kara havayı ve kötü giden her şeyi. Çözermiş dağların ardından gelen yüce. Yeni konuşmaya başlayan her çocuğa öğretirlermiş adını Simurg diye. Adını öğrenenler ihtişamından etkilenir ve unutmazmış onu ve onun yaptığı iyilikleri.
…
Neden onca zaman sonra yeniden baş göstermiş sorunlar. Yine çökmüş kara kara bulutlar. Sorunlar harlanır gibi artadursun, gelmez olmuş Simurg. Endamını hafızasına kazıyan bebekler yaşlanmış, toprağa bakar olmuş ama gelmemiş o. Umudu olanlar hala beklerken ve ‘Gelecek, gelecek elbet’ derken yerinde duramayan gençler uzun düşüncelere dalmış. Düşündükçe kara bulutları, gördükçe yaşlanan umutları ve hissettikçe azalan parıltıyı anlamışlar. Zamanı gelmiş. Harekete geçmenin, belki de onu getirmenin, hatta ve hatta neden gelmediğinin hesabını sormanın. Zamanı gelmiş, gelmiş de geçiyormuş hatta. Birbirini hızla tutuşturan gençler toplanmışlar. Yola çıkılacak, çare bulunacak ve bulutlar dağılacak.
….
Yolda yorulmak yokmuş. Yolda adam koymak yokmuş. Yolda pes etmek yokmuş. Yol, zormuş ve her yiğidin harcı değilmiş. Bunları duymuşlar büyüklerinden onlar uzaklaşırken. Madem öyle söylenmek var, nasihat etmek var, neden yol almaz buncası? Düşünmek bile bazen deli edermiş. Ama haklı oldukları yerler olmuş. Engeller çıkmaya başlamış karşılarına. Tüm bu engeller parçalamış onları. Vadilerde yorulup bırakanlar, denizlerde tıkananlar, yolda gördükleri güzelliklere kanıp kendi diyarını unutanlar, kendini bu kadar yormaya değmez diyenler, dertlenmek yerine sefaya düşenler… Yol, zormuş. Devam etmek çetin irade istermiş. Büyükler bunları söylememişler. Her yiğidin harcı değil derken çoğu yiğidin harcı değil demeleri gerekmiş. Ama hala devam edenler varmış. Azalsa da sayı tükense de yolda olanlar, hala devam edenler varmış.
….
Son raddeye dayanıp, ‘Kalan nedir?’ diye düşünürken varmışlar ulu bir dağa. Bilge tam orada karşılarına çıkmış. Bilge ki sakalının her telini başka bir öğrence de ağartmış. Tepeye çıkmaları gerektiğini söylerken sıvazlamış sakalını. Tepede bulacaklarmış aradıklarını. Tüm bunlardan sonra bilge gözlerine bakmış. Gözleri bilgenin gözünde yanan ateşi görmüş geriye kalan bir avuç genç kuşun. O ateş ki ısıtmış içlerini ve son bir derman vermiş. O dermanla çıkmışlar ulu Kaf dağının en uç yerine. Varmışlar mağaranın içine ve karşılarında
Aradıkları…
O aynada birbirlerini seyrederken kalan bir avuç kuş, anlamışlar. Çarenin ne kadar yakın ve ne kadar uzak olduğunu. Ulaşabilenin ne kadar az ve ne kadar kuvvetli olduğunu. Kavramışlar sırrı, yanmış gözlerinde ışık ve çıkmışlar yola, karşılarına çıkan her sorunu çözmek adına…
….
Size dokunamadıysam ve içinizi titretemediysem, kalkın ayağa ve aynaya gidin. Bakın uzun uzun. İçiniz ne zaman titrer bilmiyorum ama içiniz titremeye başladığında, kurtaracağınız onca şeyi, aynada gördüğünüzde gözünüzdeki o ateşi, yüzünüzde bulunan o ince çizginin çizeceği geleceği, o gamzeyi doğuran tebessümün aydınlatacağı bir ülkeyi… Tüm bunları gördüğünüzde aynada, işte o zaman benim dokunmama gerek kalmaz. Biz Simurglular; içinde bulunan ateşi fark edenler, geleceği dert edinenler ve bir şeyler yapmak, etki etmek isteyenler olarak bir aradayız. Burası ZÜMRÜDÜANKA diyarı
*Emptiness(Sigimund) eşliğinde yazılmıştır.